Fatsa Yassıtaş köyü, benim doğup büyüdüğüm çocukluk yıllarımın geçtiği ve bütün anılarımın tamamını gizleyen yer. Yani çocukluk yıllarımdaki benim dünyam…
Karşıda Kurşunçalı Dağları bir tarafımda Karadeniz… Köyün üst başında Halaçlı Tepesi bir tarafta da pekmez deresi… Belki küçük gibi görünen bu dünyamda neler yoktu ki? Tarifi zor lezzette meyveler dereler tepeler kuşlar balıklar yabani havanlar kışı ayrı güzel yazı ayrı güzel baharındaki uyanışı neşeyi sonbaharın hüznünü tarif etmek çok zor evimizin hemen yanında çok eskiden boşaltılmış bir göl yeri vardı. Göl yeri dedim çünkü orası daha önceden büyük bir gölmüş göl kanal kazılarak akıtılmış geride kalan o göl yeri kısaca anlatıp geçilecek bir yer değil!
Nedeni öncelikle benim çocukluğumun en güzel anıları burada gizli bizim ve bütün komşuların büyükbaş hayvanları burada yayılır ve bizlerde hayvanlarımızı oraya otlatmaya götürürdük. Hayvanları güderken çok güzel oyunlar oynardık.
Orada bulunan küçük gölcükler vardı. Bu gölcükleri bir birine bağlayan kanallar vardı. Biz gölcükler arasında kanallardan karşıdan karşıya atlama yarışı yapardık. Kanlı kaya, çelik, uzuneşek, misket, gibi daha adını sayamadığım birçok oyunlar vardı. Şimdiki adı misket olan hazır alınan misketi biz kendimiz taştan yapardık. Akşam eve geldiğimizde hayvanlarımızı tarar onların tüyünden küçük top yapardık adı da totik’ti o günkü küçük dünyamızda tarif edemeyeceğim kadar mutluyduk.
Köyümüzün biraz aşağısında daha büyük bir göl vardı. Adı Gaga Gölü. Gölün ortasındaki adada altın var hikâyelerini yörede yaşayan herkes bilirdi. Defineciler, bu hikâyeyi abarta abarta bitiremezdi.
Gölün biraz aşağısında Bolaman Irmağı vardı.
Fındık mevsimi bitince biz çocuklar geride kalan fındıkları başak yapardık. Sabah evden çıkar, başak yaparak göle doğru giderdik, göle varır varmaz en hızlı şekilde soyunup göle atlama yarışımız vardı. Orada yüzerken diğer mahallelerden gelenlerle orada toplanır, gölde yüzdükten sonra çıkar yine başak yaparak, üstten aşağı doğru ırmağa inerdik. Orada da biraz yüzer sonra üst taraftaki bakkaldan arkadaşlarla ortak karpuz alır doğru yine gölün oraya geçer, orada karpuzu yerdik. Biraz daha yüzdükten sonra herkes kendi mahallesine doğru tekrar eve dönüş başlardı.
Öyle bir dünya ki yaşam dolu, sonradan hayatın içine girince anladım ki hayat bize çok güzelmiş. Mevsimlerin, ayların gelişini biz takvimlerde değil, doğayı seyrederek anlardık, o anı yaşayarak anlardık.
Kışın gelişini gökyüzünden geçen turnaların sesinden anlardık. Çünkü onlar sürekli öterek yol alırlardı. Bizde bilirdik ki kış yaklaştı, turnalar yeni evlerine gidiyorlardı. O günkü çocukluğumda o turnaların nereye gittiğini hep merak ederdim. Benim küçük dünyam bu kadardı.