Sabahın erken saatlerinde Susurluk’a gitmek için şehir içi aracına bindim. Araç tıklım tıklımdı. 3 yaşında ki e.çocuğu babasının kucağındaydı. Minibüste tek ses onlara aitti.Çocuk babasını soru yağmuruna tutuyordu. Kaptan “baylar bayanlar lütfen ilerleyin arkaya,” diyor…Kımıldamak şöyle dursun; olduğum yere mıhlanmış, gibiyim. İçimden omuz silkiyorum. ‘Gitmem arkaya. ‘Çünkü çocuğun sorduğu sorunun yanıtını, öyle merak ediyordum ki. İşte size o kareden biri:
“Babacığım…”
“Efendim oğlum…”
“Sana bi soru sorabilir miyim?”
Baba oğlunu çok iyi tanıyor. Sağına soluna bakınıyor: Sonra gülümseyen gözlerime bakışları takılıp kalıyor:
“Tabi ki sorabilirsin ama zor sorma tamam mı?”
“Tamam,” diyor çocuk.
Akabinde patlatıyor sorusunu…
“Denizde ki balıklar susayınca tuzlu su mu içiyorlar?”
Tam o sırada kaptan soruyor:
“Hanımefendi siz otogarda inecektiniz. Geldik.”
Apar topar mini valizmi alıp iniyorum araçtan… Yürüyorum gişelerin olduğu alana doğru.
Aklım iki dakika öncesine takılı kalmıştı.
‘Acaba baba ne yanıt vermiştir?’ diyerek _soru yanıtlarla _ aklımın duvarlarını aşıyorum…
Emine Pişiren/ Akçay
























