Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
Aşağıda yazacağım hikâye bir darbı mesele değildir… Hayatın tam gerçeğidir. Ve bu hikâyenin kimlerin kulağını çınlatacağı da malumdur yani…
Koydum hikâyeyi güvercinin kanadına / uçurdum vatanımın semalarına / bakalım kimin çatısına dolaşacak/ kim ki ilgili, dikkatini çekecek/ birbirimizden nem kaptığımız şu dönemde/ vatanımın semalarında dolaşırken şu kış günü;
fikir/ ifade/ inanç/ açlık/ sefillik/ perişanlık / sekiz milyonu aşmış işsiz/ tarım/, sanayisi/ ücretlisi/ emeklisi/ esnafı/ sosyal yapı/ milli/ manevi değerler velhasıl tüm kesimleri itibariyle çökmüşlük yüklü haliyle dolaşırken, vurup düşürmezler inşallah yabancı cisim diye, sussun diye yere… Gerçi düşecek olduğu yer atalarımızın emaneti vatan topraklarımız…
Kendimi bin parçaya bölüyorum. Yoruldum, bütün kapılarımı kapatmaya hazırlanıyorum gönlümün. Ve kan kaybından, kayboluyorum. Çıkmaz bir sokakta can çekişiyor ama ölemiyorum.
Kimliğimi hediye edip bu şehre, her bir adımımda anıları sürükleyip ardımdan ve rotamı da ekleyip nabzıma gidiyorum?
Ama nereye diyorum dönüp sokak aynalarına bakınca. Vazifen var daha bitmedi diyor aynalar…
Mutlu günlerin gelmesini bekleyen çehremdeki çizgileri siliyorum. Savaşa devam diyorum…
Ceplerimi dolduruyorum yedekteki acılarla. Her sabah yüzümü yıkadığım tavana asıyorum hayallerimi.
Ansızın içime düştüğün günden beri ayakları burkuldu ömrümün. Ve ben her gün bir daha ölmek için uyanır oldum uykumdan. Paslandı gözlerim. Siz kendiniz için kalın ben sizin için giderim. Bu kez bu defa sürgünlere giden yüreğime bedenimi de eklerim!.. Vatan için, vatanım için… Canım sağ olsun dedim kendi kendime. Çünkü arkamdan vatan sağ olsun diyecek anam, babam yok. Kimsem de yok. Varsa da sevinçten alkış tutacaklar vardır geride bıraktığım kınayı alırlarken…
Gece imkânsızdır ve bir o kadar da tatlıdır. Duygular en ağır gecede yaşanır. Karanlık çöker, ışıklar söner. Yüzlerden geriye karaltılar kalır. Durur düşünür insan, film karelerinden uzun metrajlı hayatlara kayıtlar yapar.
Âmâ olmaz kaset bitmiştir ya da kaydetmeyi unutacak kadar dalgındır insan…
Gece sislidir, karmaşıktır, buram, buram şehvet kokar. En ağır duygular, mum ışığında geceyle kaçamak yapar. Öyle yoğundur ki ruh, uyku tutmaz insanı bazen.
Gece nöbetleri başlar gün doğana kadar.
Sustum… Öylesine… Bir nefeste… Aheste… Varsın güller açılmasın bundan sonra… Varsın olsun! Eksik olsun… Azlar çoğa, çoklar aza, anlar hiçliğe, canlar ecele devrile dursun… Koygar şahinler uçurmam bundan gayrı, turna kanadıyla yaralanmış vatanımın göklerimde… Kıyılmış ne varsa beyhudedir bundan böyle… Sustum… Dertli kalem… Artık sen söyle! Sen yaz! Memleketi ahvali. Bırak beni ağlasın ağlarken kanasın yüreğim az kan dökmedi atalarım bu vatan topraklarına bir kaç damlada benim dökülsün… Ne dedi Mustafa Kemal Atatürk “ İşte, bu ahval ve şerait içinde vazifen…” haydi vazifemizi hatırlayalım… Ve şu darbı mesel olmayan yaşanmışlığı okuyalım ama tekrar tekrar…
Halk süpürge tohumu yerken…
Birinci Dünya savaşında halk süpürge tohumu ekmeği yerken, Sadrazam Talat Paşa da vesika ile evine aynı ekmeği alıyor; kalabalık ailesini, iaşe idaresinin verdiği şahıs başına dört yüz dirhem (arpa-nohut-yulaf-süpürge tohumu) karışımı ile besliyordu.
Bir gün İaşe Reisi İsmail Hakkı Bey, sadece hastanelere verilmesi gereken bembeyaz ekmeklerden bir kucak paketleyip Talat Paşa’ nın evine gönderir. Ev halkı, uzun zamandır hasretini çektikleri has ekmeği, akşam yemeğine gelen Paşa’ nın önüne haber vermeden, sürpriz olarak çıkartırlar.
Sadrazam şaşırmıştı, hayretle sordu: “Nereden geldi bunlar?”
Paşanın 90 yaşındaki annesi, ekmeklerin İsmail Hakkı Paşa Tarafından gönderildiğini söyleyince, onların hepsini, sofrada tek dilim bırakmaksızın toplayıp yanına da şu tezkereyi ekleyerek İaşe Reisi’ ne iade eder: ” Yanlışlıkla bizim eve gelen bu hastane ekmeklerini mahalleri neresi ise oraya gönderiniz!”
Sonra da eşi Hayriye Hanıma döner: “Biliyor musunuz Hanım, bu ekmeklerin içinde öyle bir madde var ki, insan çehresinde simsiyah lekeler bırakıyor… Hani yüz karası dersiniz ya… İşte o lekeler, halk süpürge tohumunu yerken, bunları ziftlenebilen vicdansızların alınlarındadır ve millet bu lekeleri görür!”
Sevgimle dostlar, her kesi vicdanıyla baş başa bırakıyorum…
– Şu sözün yüceliğine dikkatinizi çekerim..
” bu ekmeklerin içinde öyle bir madde var ki, insan çehresinde simsiyah lekeler bırakıyor… Hani yüz karası dersiniz ya…”
Hani demişler ya;(ama ben doğrusunu yazıyorum kürsüye çıkıp çaka yapıp şaşırmıyorum.:))..) ” anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az…”
Huzur, umut ve gerçek sevgi gönül sofranızın baş tacı olsun…
Sevin hayat sevince güzel ve diyelim her bir cümleye; bu ülkenin sahipleri yalnızca bu ülkeyi karşılıksız seve bilenlerdir… Karanlıktan aydınlığa sancıyla doğan gününüze selam olsun…Gönül soframdan gönül sofranıza sevgi ve muhabbet gönderiyorum…
#öskurşun#