Ders çalışmaya, annemin görev yerine giderdik. Çünkü elektrikleri hiçbir şekilde kesilmiyordu. Evde akşam oldu mu karanlık devreye giriyorduk. Karanlık devrede, ışığımız yanmıyordu. Babam mumlarla, aydınlık sağlamaya çalışıyordu.
Mum, çıtlamalarıyla rahatsızlık veriyor, ayrıca istenilen aydınlığı da sağlamıyordu. Böyle bir ışıkta, bazen sobaya, bazen de sehpaya çarpıyordum. Babam da huylanıyor ve beni tuttuğu gibi, anneme gidiyorduk.
Annemle bir süre kart postallara yapıştırmak için pulları yalıyorduk.
Ders çalışıyor ve ödevlerimi yapıyordum. Böylece çalışmanın bilinciyle, ruhum dinlenir ve psikolojim düzelirdi. Anneme ve arkadaşlarına, minnet duygusuyla teşekkürlerimi sunardım.
Moralim yücelir ve elde ettiğim başarı, rüyama girerdi. Sorumluluğun verdiği güven içerisinde, kendimi daha iyi tanırdım. Işığın itici gücüyle, “ben yaparım” anlamlı bir ideal geliştirmiştim.
Öğretmenim, anneler de ilk öğretmendir. Onun için ışık gibi çevreyi aydınlatırlar, demişti.
İnanılması güç gelse de bütün bu bulgular, anlamlı sayılabilecek eşiği geçmiş durumdaydı.
Anne ışığında, edindiğim bilgileri, beynime yazıyor ve istendiğinde, kullanıyordum. Anne ışığı, yaşama sevincimi, yüceltirken, bilinmezleri çözümlememde de yardımcı oluyordu.
Antrenörün eğittiği sporcu gibi, ailem tarafından yetiştirilen öğrenci olarak, ışığın nimetlerinden yararlanıyordum.
Kendine hayrı olmayan, titrek mum ışığında, oturmak istemiyordum. Çünkü beynim ve ruhum, ışık sayesinde güçlendiriyordu. Böylece okuma ve buna bağlı öğrenme problemim çözüm yoluna giriyordu.
Bazen de ansiklopedinin sayfalarında, kayboluyordum. Kendime geldiğimde, bana hitap etmediğini anlasam da sayfaları çeviriyor ve bu sayede, belleğimin güçlendiğini sanıyordum.
Annem, kitap temin edebileceğini söylediğinde, vilayetin yolunu tutuyorduk. Vilayetteki kitapçıda kitapları karıştırdım. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanını, Oktay Sinanoğlu’nun “Bay bay Türkçe” sini, Cengiz Dağcı’nın “anneme mektuplarını ve Atila İlhan’ın Gazi Paşa’sını aldım.
Annemle resim ödevi için çizdiğim manzaraya ruh vermeye çalıştım. Karaladım, fakat işin içinden çıkamadım.
Hesap yaptım, nağme yaktım ve flüte üfledim. Karanlığı düşündüm, elektrikle motorun bağıntısını çözümledim. Hayal aleminde ufka vardım ve saz çalmayı denedim.
Annemin ışığı alıp eve gelmesini aradım. Evimizde de anne aydınlığı olsa, defterimi açar, yazılarımı kontrol ederdim. Annem bir an önce gelse de salon aydınlansaydı. Annemin gelmesinin gecikmemesi için, gözüm PTT’nin penceresindeydi.
Babamın düşün, beynini kullan, sözünü çalışmama ip ucu olarak aldım. Çok okuyup öğrenme prensibi, beni anne ışığında, hayat basamaklarını, adım adım çıkmama neden oldu. Basamakları çıkmakla kazandığım deneyim ve bilgiyle, üniversitenin başarılı elemanı olmayı başardım.
Anne ışığı; öğrenme arzusunu beynime kazıdı.
Anne ışığı; öğrenmemin kalıcı olmasını sağladı.
Anne ışığı; beni bırakmadı ve diğer olgularla ilgili, derin inançlarıma da destek sağladı.
Anne ışığı; dünya bilimini anlamada, en büyük etkendi.
“Anne ışığı” sayesinde, kitaplarla birlikte yaşadım.
Hasan TANRIVERDİ























