Anayasa Mahkemesi, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli en yüksek yargı organıdır. Diğer mahkemelerden farklı olarak, yalnızca yargı hak ve yetkilerini kullanan bir organ değil, aynı zamanda anayasayı ve anayasal düzeni, temel hak ve özgürlükleri koruyan bir organdır. Anayasa mahkemelerinin amacı; anayasayı korumak ve onun üstünlüğünü (en üst yasa, norm) olduğunu sağlamak, anayasa ve yasaları yorumlayarak bunların, günün koşullarına uygun, gelişmeye açık bir nitelik ve anlam kazanmasına katkıda bulunmaktır.
Anayasaların özel bir yargı organıyla korunması yönündeki girişimler 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanır. Ancak bugünkü anlamıyla anayasa yargısı, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Batı demokrasilerinde beliren çağdaş hukuk devleti anlayışının ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da İtalya, Almanya gibi ülkelerde diktatörlüklerin ortadan kalkmasından sonra anayasa yargısının bağımsızlaşma süreci hızlanmıştır. Bugünkü anlamı ve işleviyle anayasa mahkemesi Almanya’da 1951’de, İtalya’da 1956’da, Fransa’da 1959’da, Türkiye’de 1962’de, İspanya’da 1979’da, Portekiz’de 1982’de kurulmuştur.
Avrupa’da 1920’lerden itibaren özellikle İtalya’da Benito MUSSOLİNİ (1883-1945) ve Almanya’da Adolf HİTLER (1889-1945) seçimle iktidara geldiler ama kısa sürede diktatörlüğe yönelip hem kendi ülkelerini, hem Avrupa’yı ve hem de tüm dünyayı büyük bir felakete sürüklediler. Bu diktatörlerin komşularını ve diğer ülkeleri de egemenlikleri altına alma tutkuları nedeniyle altı yıl süren 2. Dünya Savaşı (1939-1945) başladı ve çok büyük acılar yaşandı. Milyonlarca insan öldü, Yahudiler başta olmak üzere bazı toplumsal kesimlere soykırım uygulandı, tüm dünyada yokluk, kıtlık, açlık ortaya çıktı. Bu nedenle, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, ülkeler ve devletler adeta yeniden yapılanırken, seçimle iktidara gelenlerin, “Bizi halk seçti.” deyip diktatörlüğe yönelmemeleri için bazı önlemler alınması, çeşitli denge ve denetleme mekanizmalarının kurulması ihtiyacı doğdu. İşte böyle bir süreç sonunda özellikle Avrupa ülkelerinde, iktidarların keyfi davranışlara yönelmemesi, anayasaya ile belirlenen yönetim ilkelerinin dışına çıkmaması ve denetlenmesi amacıyla bağımsız anayasa mahkemeleri kuruldu ve güçlendirildi.
Ülkemizde 1961 Anayasası’nda ilk kez yer verilen yeni kurumlar, üst yargı organları, denetleme ve dengeleme mekanizmaları ile kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkesinin güçlendirilmesi, keyfiliğe yol açmayacak parlamenter sistemin kurulması düşünülmüştür. Bu amaçla iki meclisli sistem benimsenmiş, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek için Anayasa Mahkemesi kurulmuş, üniversitelerin, radyo ve televizyon yönetimlerinin, haber ajanslarının özerkliği sağlanmış, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi yeni kurumlarla planlı kalkınma hedeflenmiştir. Öte yandan 1961 Anayasası’nda ilk kez “sosyal devlet” ve “insan haklarına dayanan devlet” ilkelerine yer verilmiş (Madde 2), bireylerin sahip olduğu hak ve özgürlükler yine ilk kez ve ayrıntılı biçimde “Temel Haklar ve Ödevler” başlığı altında düzenlenerek anayasal güvence altına alınmıştır (Madde 10-62).
1961 Anayasası gereğince 25 Nisan 1962’de kurulan Anayasa Mahkemesi (AYM), Türkiye’deki en yüksek anayasal yargı organıdır. Kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç tüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Anayasa Mahkemesi’nin görevleri 1982 Anayasası’nın 152 ve 156. maddeleri arasında belirtilmiştir. Hem 1961 Anayasası’na ve hem de 1982 Anayasası’na göre bireylerin Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan başvuru hakkı yoktu. Bu hak, “bireysel başvuru hakkı” adıyla 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması sonucunda tanındı. Ancak bireysel başvuru hakkının; iç hukuk yollarının kullanılmasından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM’ne açılan davaları önlemeyi, bu yöndeki bavuruları azaltmayı ya da bu süreci geçiktirmeyi amaçladığı söylenebilir. Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan çok sayıdaki bireysel başvuru ve bu iş yükü nedeniyle bu mahkemenin, yasaların anayasaya uygunluğunu ve iktidarı denetleme gibi asıl görevlerini yerine getirmekte bazı gecikme ve aksamaların ortaya çıktığı da görülmektedir.
Ülkemizde Anayasa Mahkemesi’nin kararları her dönemde bazı tartışmalara, itirazlara neden olmuş ama bu kararlara hep uyulmuştur. Anayasa mahkemesi’nin varlığı ve kaldırılması ise tartışma konusu yapılmamıştır. Çünkü yasaların anayasaya uygunluğunu ve iktidarları denetleyen bağımsız bir üst yargı organının varlığı ve verdiği kararlar hukuk devletinin ve hukukun üstünlüğü ilkesinin zorunlu bir gereği olarak kabul edilmiş, benimsenmiş, içselleştirilmiştir.
2020 yılının sonuna geldiğimiz şu günlerde ise; 18 yıldır iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN; “Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygı duymuyorum, bu kararı uygulamıyorum.” diyerek, bu yöndeki düşüncelerini, anlayışını çeşitli vesilelerle ve defalarca ortaya koymuştur. İktidarın sözcüleri, Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılmasından ve hatta kaldırılmasından söz edebilmektedir. Tüm üyeleri mevcut iktidar tarafından seçilmiş ve atanmış olmasına rağmen, bu mahkemenin bazı kararlarının ve hatta varlığının verdiği rahatsızlık dikkate alındığında; düşünün artık iktidarın hiçbir kural ve karar tanımayan, kendi koyduğu kurala bile uymayan keyfî davranma arzusunun, eğiliminin hangi boyutlara ulaştığını!
İktidar eleştirilmekten hoşlanmamakta, şeffaflıktan ve denetlenmekten kaçınmakta, uygulamalarına karşı çıkan ve farklı görüşler ortaya koyan herkesi ve her kesimi terör ile ilişkilendirmekte, hain ve düşman ilan etmektedir. “İleri Demokrasi”, “Yeni Türkiye”, “Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklarla Mücadele” gibi sloganlarla, süslü ve çekici söylemlerle iktidara gelen bu siyasi heyetin son yıllarda ortaya koyduğu yönetim biçimi, uygulamaları ve artık dışa vurmaktan kaçınmadığı eğilimleri; muhalefetin olmadığı, Anayasa Mahkemesi gibi denge ve denetleme mekanizmalarının olmadığı 1930’ların “Tek parti dönemine mi gidiliyor!”, “Hukuk devletinin dışına mı çıkılıyor! gibi soruları gündeme getirmekte, bu yöndeki kaygıların artmasına neden olmaktadır.
İşte bu nedenlerle iktidar her geçen gün hukukiliğini, güvenilirliğini, ciddiyetini, halk desteğini ve gücünü yitirmekte, hızla erimektedir.