Köye yayılan bir fısıltı; “altın unu” idi. Altın unu fısıltısı etkili olmuştu.
Su değirmeni, öğütecek ve altın unu, ambarı dolduracaktı. Haber jet hızıyla yayıldı. İnsanlar birbirini dinlemez oldular. Değirmenin kapısına yığılma geceden başlamıştı. Çünkü bir gün sonra sabaha karşı öğütme işlemi başlayacaktı.
Şafak söktüğünde, değirmenin konukları heyecanlı köylülerdi.
İnsanlar değirmenin kapısında, “altın unu” diye sayıklıyordu. İçlerinde en yaşlı Rıza ağa da acaba dolar da gelir mi? diye soruyordu. Yanındaki aza, “önce şu altını halledelim, sonra bakarız dolara,” diyordu.
Torbayı boynuna asan ve beline bağlayan da olmuştu. Değirmenci, taşlar dönüyor, bittiğinde ses kesilir. Yalnız, ağır işitenler yanındakine soruyordu. Taşlar durdu mu? Diye.
Taşlar şimdilik devam ediyordu. Değirmenci, güneş biraz daha yükselsin, kuşluk vakti girsin. Daha sonra torbalarınızı doldurursunuz, diyordu.
Ses gelmeyince köylüler, koyun sürüsü gibi, taşların sesine odaklanmışlardı. Odaklananlar arsında, hırsla una ulaşmak isteyenler kapıyı zorlamaya başlamışlardı. Bir kişi, una kafayı takmış ve niçin altın unu öğütsün! diyordu.
Herkes, uçurumun kenarında geziniyor gibiydi. Kalbini tutan ve bayılan da vardı. Altın unu, kabul görmüş fakat biri de çıkıp kaynağını sormuyordu.
Kişisel yarar öne çıkmıştı. Yaşlısı genci, una saldıracaktı. Sözlerinde “bilinç altına” hitap vardı. İnsanlar adeta uyuşmuştu. Bilinç altı sözleri esas alanlar, altın kavramında, iradelerini devre dışı bırakmışlar ve iç güdülerini, öne çıkartmışlardı.
Söylemler herkesin inanmış olduğunu gösteriyordu. İnanmış olmayan yok gibiydi. Ruhsal yönüyle de olayı kabullenmişlerdi. Una karşı, şaşkınlık devam ediyordu.
Taşların sesi kesilmişti. Kapı açıldığında altın ununa hücum başlayacaktı. Yalnız değirmenci, herkese üç ölçek un konulacak ve parasını peşindi. Paralar verildi. Değirmenci ölçtüğü unu dağıtmaya başladı.
Altın tozu fısıltısını, yayan köylü, mısıra baktı ve gerçekten çok sarı olduğunu gördü. Çünkü mısır altın renkli boyada pişirilmişti. Öğütülünce sarının çok güzel rengi ambara dökülüyordu. Altın unu torbalara üç ölçek olarak giriyordu. Değirmenci un küreğinin sarıya boyandığını gördü.
Sırada birkaç defa kavga çıktı. Neyse ki yatıştırıldı. Herkese yetecek altın unu vardı, diye bağıran değirmenci olayı yatıştırmasını bildi.
Torbalarını alıp yola koyulanlar, mutluydu. Altın renginde “mısır unu” akıllarına gelmiyordu. Böylelikle değirmenci tüm mısırı satmış oldu.
Olay akılsızların, perişan hallerini gösteriyordu. Akla ve mantığa uymayan tutarsızlıklarını güven diye kabullenenler, yarın yine aldanmayı sürdüreceklerdi.
Fısıltı renkli mısır unu olarak da dönüşerek yayılmaya başlandı.























