Çin’in Wuhan kentinden giriş yaptı dünyamıza… Laboratuvar hatası dediler, virüs savaşları dediler, dünya nüfusunu azaltma projesi dediler. Amerika ile Çin’in bir üstünlük savaşıdır bu, dediler. Hiç kimsenin aklına dünyayı dolaşacağı, hanelere davetsizce gireceği gelmedi. İlk aylarda Çin’i kastı kavurdu. Uzaktır gelmez buralara dedik.
Bir anda pat diye Avrupa’ya, daha sonra Amerika’ya giriş yaptı. Sayı üçü beşi geçmez, bize gelmez diye düşündük. Evlerimizde rahat rahat uyuduk, aman; bize gelmez! diyorduk. Dünyayı dolaşacağı ve tüm insanlığı tehdit edeceği aklımızın köşesinden bile geçmiyordu! Hele hele Türkiye’ye, Yozgat’ a geleceğini hiç mi hiç hesap etmedik. Bir anda sesi yankılandı, davetsiz misafir Türkiye’ye giriş yaptı. Yozgat’a yine kondurmadık. Büyük şehirlerde dolaşır bize uğramaz dedik.
Davetsiz misafir Türkiye de dendiğinde herkesin nutku durdu. Bir kabus gibi dolaşmaya, hayalet gibi korku salmaya başladı. Bu davetsiz misafiri kimse evlerinde görmek istemiyordu! Çünkü saldığı korku herkesi tedirgin ediyor, davetsiz misafirle karşılaşmak istemiyordu.
Yozgat Orta Anadolu’nun merkezi, en çok göç veren il konumunda. Gurbetçileri vasıtasıyla Yozgat’a uğraması mümkündü. Bu davetsiz misafir beklenmediği anda Yozgat’a giriş yaptı. Girdiği haneleri harap ediyor, yuvaları yakıp, yıkıyor; adı bile korku salmak için yetiyordu. Birinci dalga dediler, ikinci dalga dediler ama bu kabus dalga geçmiyor girdiği yuvayı darmadağın ediyordu. Kimse üstüne kondurmak istemedi. Aramızda bana bir şey olmaz; aman virüs diye bir şey yok uyduruyorlar, diyen vurdumduymazlar da vardı.
Ama maalesef bu davetsiz misafirin Yozgat’tan da ayak sesleri hissedilmeye başlandı: bir, iki, üç derken yakınlarımızda, ensemizde hissetmeye başladık. “Çember daralıyor dostlar!” demiştik… Sahiden de çember daralmış, en yakınlarımızda, apartmanımızda, komşularımızda bu davetsiz misafirin ayak sesleri gelmeye başlamıştı.
Misafir olduğu hanelerden ölümleri, acıları ve sıkıntıları getirdi. Çok büyük sıkıntı çekenleri duyuyorduk. Daversiz misafirin çok yaklaştığını hissettik. Bir, iki, üç ölüm derken eşimizden dostumuzdan akrabalarımızdan sevdiklerimizi kaybediyorduk. Bu misafir davetsiz gelen hayırsız bir misafirdi… Kimse konuk etmek istemedi hanesine…
Rahmetli ninemin bir hatırasını yad ediyorum, zaman zaman. Sadık bir köpeğimiz vardı, yıllarca kapımızı bekledi. Ninem Safiye onu gözü gibi korurdu. Yalını, suyunu hiç eksik etmezdi. Hele dedem Rahmetli: “Safiye, köpeğin yalını verdin mi!” diye bir bağır su mı ortalığı yıkardı.
Biz çok küçüktük, aklımız henüz yetmiyordu. Zar zor hatırlarım: Köpeğimiz birgün Kudurdu, ağzından hastalık saçmaya sellesi akmaya başlamıştı. Belli ki haneye bizlere zarar verebilecekti: Rahmetli Ninem köpeği karşısına aldı adam gibi nasihat etti:” Çok ekmeğimi yedin, suyumuzu için, gördüm ki kudurmuşsun! Çoluğuma, çocuğuma zarar vermeden çekil git hanemizden!..” Köpek sadık bir köpekti, sessizce ayrılıp gitti hanemizden… Bir kaç gün sonda dağ başında öldüğünü duyduk.
Şimdi diyoruz ki; dünyamızın, hanelerimizin bu davetsiz ve hayırsız misafirine: Çok insanımıza kıydın, zarar verdin, yuvaları yıktın, sevdiklerimizi elimizden aldın daha fazla zarar vermeden çekil git aramızdan!.. Allah misafirinde hayırlısı versin öyle değil mi dostlar?
(Not: Bu işin şakası yok, iş çok ciddi. Çocuklarınızı karşınıza alın onlara nasihat edin, kurallara uymalarını isteyin! Devletine güvensinler, uyarılara harfiyen riayet etsinler. Tedbiri iki katına çıkarsınlar. Herkes için söylüyoruz: Çözüm: Kurallara uymak, devletin, yetkililerin sözünü dinlemek, efelik, yiğitlik taslamamak. Rüzgârı bile yetti bize; inan ki bu işin hiç şakası yok! Davetsiz misafirin adı bile yetiyor, aman ha aman dostlar tedbiri iki katına çıkarın, yakalanmayın bu davetsiz- hayırsız misafire…)




















