Ayak izleri, uçları otlanmış çayır alana doğru gidiyordu. Bir aya yakın izleri takip ediyordu. Onu yakından görmek istiyordu. Yavrularını süt ile besleyen, komşusunun anlattıklarına özeniyordu.
Alageyiği görmek için, ormanın çayırlı alanlarını geziyor ve ayak izi arıyordu. Güneşli olacak bir günde sabah olmak üzere, ışınların aydınlattığı geyiği karşısında görünce, sevindi, heyecanlandı, güldü ve gözlerinin içi parladı. Kırmızı tüylü, kulaklarının biri beyazdı. Boynuzlarının çatalını sayamadı. Ona biraz daha yaklaştı. Geyik kafasını kaldırmış, hareketsiz bekliyordu. İri siyah gözleri, çevreyi radar gibi tarıyordu. Birden havaya fırlayıp ormanda kayboldu.
Yaşlı amca geri döndü ve geyiğin olduğu yerden uzaklaştı. Kırmızı rengiyle çok güzeldi. Canlı ve güçlü bir yapıda görülüyordu. Yaşlı amca, “Her gün aynı saatte onu görmeye geleceğim.” Dedi.
Obaya çıktığında, günün ışınları bir karış yükselmişti. “Ömrüm ormanlarda geçti. Fakat bir geyiğe ilk defa bu kadar yakın oluyorum.” Dedi.
Tan yeri yeni ağarırken, tüfeğini ve baltasını aldı, ormana yöneldi. Yaşlı amca için, orman hayattı. Ormandan ayrılamam, ağaçlarının altında soluklanır ve uyurum, diyordu. İleri yaşına rağmen, dinç görünüyordu. Sakalı beyazlamış olmasa ellilik delikanlı gibiydi. “Bu dağların ormanları hayattır, sağlıktır. Temiz havayı başka nerede bulabilirim.” derdi.
Ormana girmeden, sis kalkmıştı. Çise yapraklar üzerinde etkiliydi. Işık ışınları çam ağaçlarının iğne yaprakları arasından, renklerine ayrılarak geliyordu. Geyiği gördüğü çayır alan daha ilerideydi. Sessizce yürüyordu. Durup ormanın sessizliğini dinledi. Etrafı gözetledi ve farklı bir ses duymadı. Biraz daha yaklaştı. Heyecan iliklerine kadar işlemişti. Tüfeğini omuzundan indirip yanına yasladı. Geyiği gördüğü ağaca az kalmıştı.
Önündeki orman gülü dallarını tutarak geçti. Başını eğdi, ışınların parlamasını görmedi. Geyiğe rastlamayınca, içinde bir burukluk hissetti. Önündeki ağaçları da geçmek istedi. Kalbi hızlandı, sarardı ve elleri donacak kadar üşüdü. Ağaçların arkasına geçince, gördüklerine inanamadı. Kalbi yerinden çıkacaktı. Elleri gibi ayakları da buz kesti.
Yıllarca ormandan çıkmayan yaşlı amca, hikâyeleriyle neşelendiği, hayalinde beraber olmak istediği geyiği, bir yırtıcının pençesindeydi. Yırtıcı hayvan, karşısına korunmak zorunda olduğu canlı çıkınca, kafasını kaldırdı ve ağzını açtı. Ağzını açmak belki bir iç güdüydü. Fakat dişleri ortaya çıkmış ve de korkunçtu. Gözleri iri ve parlıyordu. Yırtıcının her tarafı kan içerisindeydi. Yaşlı amcanın, karşısında canavar, kan ve dişler olunca bayılmamak için kendini toparlamaya çalıştı.
Vücudunun soğuması yetmedi, titremeye başladı. Gayri ihtiyari tüfeğiyle canavar olarak nitelendirdiği hayvana iki el ateş etti. Tüfeğin yalnız patlamasına irkildi. Başka hiçbir şeyi hatırlamıyordu.
Obadan tüfeğin sesini duyanlar, “Amca av peşinde” demişlerdi.
Tüfeğin patlamasıyla, titreme arttı, yüzü gözü şişti. Elleriyle tüfeğini omuzuna asamadı ve orman gülünün üzerine attı. Hayalindeki ve ikinci defa göreceği geyik, parçalanmaya başlanmış ve ilk defa gördüğü yırtıcı da geyiğin yanına düşmüştü.
Yaşlı amca, şaşkın hâlde, ikisine de baktı. Baltasını eline almasa onlara yaklaşamayacaktı. Her ikisinin de gözleri solmuş ve dilleri dışarıya çıkmıştı. Yırtıcı hayvanın karnı şişmiş hâldeydi. Geyik, tüm masumiyetiyle azgın pençelere teslim olmuştu.
Yaşlı amca, ömrüm ormanda geçti. Böyle bir yırtıcıdan bahseden de duymadım dedi. Tüfeğinden çıkan saçmalar böyle bir canavarı nasıl cansız hâle getirir diye kendine sormaktan edemedi.
Geyiğin yakalanmasına akıl erdiremedi, tüfeği omuzuna astı. Baltayı sağ eline aldı. Korku dolu dakikalar geçmişti. Biraz daha yüreklendi. Yalnız hâlâ kalbi normalleşmedi. “Böyle bir canavarla karşılaşacağımı bilsem evden çıkmazdım.” Dedi.
Sararmış ve donmuş bir hâlde ormanı terk etmeye çalıştı. Çimene geldi ve oturdu. Ayağa kalkacak durumda değildi.
Yaşlı amca, olayı kimseye söylememeye karar verdi. Çünkü insanlar ormandan korkacaklardı.





















