Mahalleden ne zaman bir sinek arabası geçse, tüm çocuklar peşine takılır ve ilaçlı hava en güzelinden solunurdu.
Eşeğiyle mahalleden geçen süüt değil DÜÜT diyen amcamızı ve limonlu dondurmalarıni beklediğimiz at değil eşek arabalı amcamızı unutamam.
Yazları su tabancası ile su savaşı yapılır, inşaat boruları ile füzecilik oynanırdı. Füzeciliği ileriye götürüp borulara dürbün taktıran bile olurdu.
Açık havalarda ise uçurtma şenlikleri düzenlenir, kaykay turnuvası içinse bayırların en diki bulunurdu. Köpüklü sularla baloncuklar üflenerek yarışma yapılır,yeni alınan arabaların benzin dolum kapağına, işeyen çocuk figürü yapıştırılırdı.
Naim Süleymanoğlu’nun halteri kaldırmadan önceki o bir kaç saniyede alt dudaklarını ileri itip nefesini yukarıya doğru üfleyerek saçlarını havalandırması tüm çocuklar için bir idol olmuş; bu karizmatik hareket penaltı atacak her çocuğun standart bir refleksi haline gelmişti.
Kuponla Meydan Larousse, televizyon, hatta arabanın verildiği bu dönemde benim en çok hatırladığım Sana margarinlerin kapakçıklarının biriktirilerek PK 34… Şişli/İstanbul’da bir adrese gönderilmesiydi.
Bu adres beynime o kadar çok kazınmıştı ki, üniversite için İstanbul’a gittiğimde, ilk olarak Şişli’nin nasıl bir yer olduğunu öğrenmek istemiştim.
Gazete kuponları o derece abartılmıştı ki; ultra kupon, mega kupon diye kampanyanın son gününe kadar telafi kuponları verilirdi.
Evdeki durum ise dışarıdaki durumdan tamamen farklıydı.
Kapının kenarlarına ayaklarımızı dayayarak tepeye kadar çıktığımız gün kendimizi büyümüş sayıyorduk.
Pazar günleri yıkanma günüydü. Annemin; benim temizlenme oranımın suyun sıcaklığıyla doğru orantılı olduğu savını bir türlü çürütemediğim için “yandım yandım” demekten de kurtulamamıştım
Banyonun hemen ardından Pazar gününün vazgeçilmezi Bizimkiler dizisi seyredilir ve Ali’nin konuşması ile dizi bitince “Bana yatağımın yolları, abim ve ablama ise İnter Star’daki Parliament Sinema Klubü’nün filmi” gözükürdü.
Allah rahmet eylesin komşu abimiz Muhittin’in bizim. Evde TV yokken benden rüşvet olarak ceviz fındık istemesini unutamam. Salı yerli film izlemek için onlara gitmek zorundaydık.
Teknoloji yavaş yavaş gelişirken elimize geçen ilk ürünler atari ve tetris olmuştu. Atarisi olmayanlar ise atari salonlarının müdavimleriydiler.
Ancak bu ürünler, arkadaşlıklar arasına set oluşturmaktan daha çok “Abi versene bir el de ben oyniyim” diyerek arkadaşlıkları daha da pekiştirmiştir. Rekor üzerine kırılan rekorların sonucunda yarışmalar yapılır ve rekor değerini elinde tutanın mahallede forsunden geçilmezdi.
Atari ve tetristen sonra, bilgisayarların Windows95 ile birlikte evlerimize girmesiyle; oyunlara Super Mario, Need for Speed ve Aduuket’li Street-Fighter da girerek eğlence dünyamız genişlemişti. Bir de bu oyunların televizyon ayağı vardı: Hügo.
Özellikle Tolga abinin o kadar uyarılarına rağmen telefonun tuşlarına basmaktan aciz çocukları televizyonda seyredip de kahrolmayan bir arkadaşım olmamıştı hiç…
Uzaktan kumanda olmadığı için televizyonun kanalı değiştirmek evin en küçüğü olarak bana düşerdi.
Şimdilerde 1000 tane TV kanalını tarayıp, izlemeye değer tek program bulmakta zorlanırken, TRT’nin o yıllarda yayınladığı o unutulmaz programlarda kendinden bir şeyler bulmak gayet mümkündü.
Magazin dünyamızın, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu Maradona’ya “Maraba Televole” dedirttiğini de hatırlatmama gerek yoktur umarım.
Günümüzde uydu ve internetin yerine hava durumu, maç sonuçları ve TV akışı gibi genel bilgiler ancak Teletext’ten öğrenilebiliyordu.
Renkli televizyonların yeni yeni hayatımıza girmesiyle; apartman çatısına 5 metrelik anten takan babamın beni televizyonun karşısına dikerek yukarıdan oldu mu diye bağırdığı günleri hiçbir zaman unutamam.
Inter Star, Kanal6, Kral TV ve HBB’nin gündeme damgasını vurduğu ve Erkan Yolaç’la Evet/Hayır, Halit Kıvanç’la Hadi Anlat Bakalım, Barış Manço ile 7’den 77’ye ve Adam Olacak Çocuk, Bir Başka Gece, Kara Şimşek, Mavi Ay, Altın Kızlar, Yalan Rüzgarı, Cesur ve Güzel, Süper Baba, Teksoy Görev’de, Söz Fato’da, Arena, Sıcağı Sıcağına, Batman, Kara Murat, Bay Meraklı ve Vestel reklamları, Çocuktan Al Haberi, Hababam Sınıfı ve Kemal Sunal filmleri, Herkül, Zeyna, Şans Kapıyı Çalınca, Çarkıfelek, Perihan Abla, A Takımı, İz Peşinde, TOP 10, TOP20 gibi programların seyredildiği efsanevi bir dönemdi.
Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Kupalarının olduğu; Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin gündüz vakti TRT’de seyredildiği hatta maçta faul yapılınca muhabirin sahaya girip faul yapılan futbolcuyla röportaj yaptığı zamanlardı.
Maçın en önemli anında Murpy amcamızın kanunlarının doğruluğunu ispatlarcasına annemin televizyonun önünden geçmesi de cabasıydı…
TRT’nin yayın akışı bittiğinde bazen sinyal sesi, bazen müzik bazen de istiklal marşımızla birlikte çıkan o ünlü ekran hafızalarda yerini almıştır. VCR’si olan evlerde VHS kasetler kullanılır ve filmler bu kasetlerle seyredilirdi.
Hafta sonu sabahları ise başrolünü köpeklerin oynadığı filmler izleyerek geçirilirdi. Lassie gibi basketbol oynayan köpek, can kurtaran köpek, itfaiyeci köpek, polis köpek, esnaf köpek, kaykaycı köpek ve daha tonlarca değişik meslek grubuna ait köpekler vardı.
Bir de televizyonun çizgi film boyutu vardır; ki bu kısım efsanelere konu olmuştur.
Tsubasa’nın sahayı koşarken ancak sahanın ortasına geldiğinde karşı kalenin gözükmeye başlaması, dünyanın yuvarlak olduğunun en büyük ispatlarındandı. 2 koca bölüm boyunca sadece bir atağı konu alan bu filmler çocukların vazgeçilmeziydi, zira sabahın 6’sında kalkılıp bu çizgi filmler sabırsızlıkla beklenirdi.
Şimdiki çocuklar bir tıkla her türlü çizgi filme ulaşabildikleri için bu duyguyu anlamaları imkânsızdır. Çizgi filmlerin ve çocuk programlarının en fazla seyredilenleri Voltran, Alf, gölgelerin gücü adına diyen He-man, She-ra, Susam Sokağı ve Edi büdü, Alvin, Simon Théodore, Kaptan Mağara Adamı, Ninja kaplumbğar (Teenage Mutant Ninja Turtles, Şiredır – April– ben her zaman Leonardo’yu seçmişimdir), Arı Maya, Taş Devri, Riche Rich, Jetgiller, Şeker Kız Candy, Casper, Şirinler, Susam Sokağı, Jetgiller, Sevimli Kahramanlar, Alice Harikalar Diyarında, Hayalet Avcıları, Dinazor Denver, Heidi, Daffy Duck, Müfettiş Gadget, Laff-a-lympics yani ayı-yogiler, kötüler ve Scooby Doobies’ler, Red Kit ve Daltonlar, Temel Reis, Road Runner, Tenten, Transformers, Voltran, Mickey Mouse ve Pollyanna idi.
Müzik dünyasında ise söylenebilecek ilk şey 90’lı yılların en büyük modasının kasetler olmasıydı. Tüm sanatçıların itinayla kasedi alınır ve walkman ile dinlenirdi.
Ses kaydının yapılabilmesi için ise kasetlerin altlarının bantla kapatılmasının şart olduğunu bilmeyen yoktu. Pil çok değerli bir enerji kaynağı olduğu için kasetlerin ileri ve gri alınması “mode-degrade” bir aparat olan tükenmez kalemle yapılırdı. O döneme damga vuran sanatçı, şarkıcılar ve şarkıları : Aşkın Nur Yengi (Şişe üflediği sahneyi kaç kere denesem de yapamamıştım, bir rivayete göre o sesin çıkması için deniz suyu olması gerekiyormuş),
MFÖ (Ali Desidero), Hakan Peker
(Hey corc, versene borç; olmaz maykıl bende de yok), Burak Kut (Yaşandı Bitti) , İzel Çelik Ercan (Özledim), Koşan Adam Mirkelam, Tarkan (Hepsi senin mi?), Emrah (Hey hey hey taksi, bütün işlerim gitti aksi), Yonca Evcimik (8.15 Vapuru ve Bandıra bandıra ye beni), Demet (Kınalı Bebek), Mustafa Sandal (Onun arabası var, güzel mi güzel; şoförü de var, özel mi özel), Çelik (Ateşteyim), Sertap Erener (Sevdam Ağlıyor), Püsküllü saçlarıyla Harun Kolçak (Gir Kanıma) ve son olarak 97 Eurovision 3üncümüz Şebnem Paker
Şehirler arası otobüslerin çok kötü kokmasına ek olarak içinde sigara içilebiliyor olması da cabasıydı.
Kız çocuklar için taytın ve ışıklı spor ayakkabıların, erkek çocuklar için ise oduncu gömleğin, kazakları bele sarmanın, Casio F-91w kol saatlerinin ve efsanevi spor ayakkabısı olan Esem Sport’un moda olduğu, sobanın üzerinde kestane pişirildiği, karton kutuda civciv beslendiği, körfez savaşının televizyondan havai fişek gösteri izlendiği, eve alınan ilk cep telefonuna mucizevi bir alet gibi davranıldığı, akşamları sokaktan bozacıların geçtiği, Hagi, Boliç, Baliç, Şota, Şifo-Mehmet, Arçil, Atkinson ve Okocha’nın kahraman olduğu, Zeki Müren’in yılbaşı gecelerinde enfes Türkçe’si ve sesiyle müthiş şarkılarını yorumladığı,
Susurluk’un ayranından önce olayıyla tanındığı bir dönemdi. Her ne kadar şimdiki çocuklar imkân olarak bize göre çok daha avantajlı olsalar da; teknolojinin gereğinden fazla kullanılması, eğitim sisteminin eskiye göre çok daha rekabetçi bir ortam barındırması ve toplumsal dejenerasyonların sonucunda yaşamın bu evresini olması gerektiği gibi yaşayamıyorlar bence.
Bugün sokaklarda oynayan çocukların yerine bilgisayar başında saatlerce vakit geçiren, bitirilmedik oyun bırakmayan, sanal âleme dalıp “Face” ve “Twit” gibi sanal sitelerde saatlerce gerçek dışı yaşam süren bir çocukluk var maalesef.
Dolu dolu geçen bir çocukluğun ardından geri dönük “Keşke şunu da yapsaydım” dediğim hiçbir cümlem olmadığı için kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum.
Bu vesile ile tüm çocuklara gerçek arkadaşlıklar, samimi dostluklar, eğlenceli birliktelikler, sağlık, huzur, başarı ve mutluluk getirmesini diliyorum.