Çam ağacının kabuğunu keserek, isimlerini yazıp yanına da günün tarihini de atmayı unutmamışlardı. Gövdeye yazıdan dolayı, açılan yara, yıllar içerisinde kendi kendine, onarılmış ve kenarları kabuk bağladığı için sanki kabartma yazı gibi olmuştu.
Bu yıllarda ağaç boya gitmiş, gövdesi kalınlaşmış ve sarayın sütunu gibi heybetli bir görünüm kazanmıştı.
Ağacın üzüntüsüne, çektiği acıya ve gözyaşlarına aldırış etmeden, eski isimlerin; Şefik, Erol ve Ali’nin yanına, Hüseyin, Hasan, Kahraman ve Mehmet yazmayı başardık. Güzelim ağacı, isim için yaraladık fakat ağacın gövdesinde, tarihi bir atmosfer yarattık.
Eski isimler, yirmi beş yıllıktı. Bizim de ilk yılımız. İlk defa ağacı resmen yaraladık. Yaralanmasına aldırış etmedik. Yalnız ağacın isimleri kabullendiğini hissettik. Aramızda böyle bir bağ oluştu. Heybetli ağacı sevmemek elde değildi. Çünkü bu kadar düzgün büyüyen bir ağaç olamazdı. Kalın bir gövde üzerinde bulutlara yükselmiş tepe kısmı.
Ağaçların toplu hâli, ormanlar hiçbir şekilde zarar görmemeliydi. Özellikle yapısındaki doğal olarak bulunan çıranın alınması için ağaca derin yaralar açılması açıkça cinayetti. Gönlümüz rahattı, çünkü isimlerin yazılması bir kesikten ibaretti. Kesikler kolaylıkla onarılabilecekti. Yine de ağacın göz yaşları üzüldüğünü gösterirdi.
Ağaç dallarına giren esinti, incecikten bir nağmeyi, suyun akışıyla aynı frekansa getiriyordu. Yine de sessizlik, dalların ve suyun o incecik nağmesiyle bozuluyordu. Ormanda incecikten nağmeler duygulara hitap edip kulak kesiliyordun.
İsimlerimizi kaydettiğimiz, o sütun gibi ağacın yanından üzülerek ayrılıp oluktan akan kaynak suyuna gittik. Ormanın derinliklerinden gelen kaynak suyu, içiminin hoşluğu kadar soğuk. Öyle soğuk ki, üç yudum içmeye izin vermiyordu.
Ormanla aramızda bir yaşam döngüsü sürüyordu. Ağaçlarla hasbihal ve derinden bir gönül bağımız vardı. Öyle ki, ağaçlar toplu hâlde gönlümüzü fethetmiş ve güzellikle doldurmuştu. Ağaçlar aynı zamanda altındaki orman gülüne kucak açmış. Orman gülü buram buram kokusuyla yeşilliğin mor gülleriydi. Görülmeğe değer çiçeklerin hangi birini koklayasın. Çünkü çam ağaçlarının altı, gözünün aldığı yer orman gülü, katmerli mor çiçek.
Ağaçlar isim birliğimiz, sakızını aldığımız ve doğal mantara yataklık yapan güzellik elemanları.
Dev cüsselerine rağmen ayrıldığımızda hüzünlendiğimiz ağaçlar.
Yıllar sonra isimlerimize koştuk. Gövdesi biraz daha kalınlaşmış ve tepesi bulutlara el sallamış ve mavi gökyüzüne ulaşmaya çalışan bir ağaca koşuyoruz. Beklediğimiz ağaca varmaya can atıyoruz. Tepesi bulutların üzerinde dedi Hüseyin ve Mehmet. Bu arada Kahraman arkadaşımız da rahmetli olmuştu. Ona da bu vesileyle rahmet diliyoruz.
Çimeni koşar adım geçtik. Ormana girdik. Gördüklerimiz karşısında adeta donduk, olduğumuz yerde kaldık. Üzülmemek elde değil, neden kıydınız niçin kestiniz karşımızda muhatap yok. Yok oldu bir heybet yok oldu muazzam çam ağacı, yazık. Ağaç uzanıyor önümüzde. Göz yaşları kurumuş. Kurumuş, sakızı ve salgısı. Kaybolmuş çırası. Tüm canlılığa hayat sunan, oksijeni ve suyu yok olmuş.
İsimlerimizin yanına oturdum, O gövdeyi nasıl düşürmüşlerdi. Düşerken dalının ucu değseydi, birisinin vücuduna felç edip bıraksaydı. Tepeden aşağı bir vuruş ile toprağa gömseydi.
İnsan ormana, ağaçlarına ve orman gülüne acıyor. Beyinsizleri ve canavarları ormana salan zihniyete yazık.
İsimlerimizin olduğu kabuğu koparmayı denedik. Fakat mümkün olmadı. İsimlerimizi parmak uçlarımızla tekrar yazdık.
Üzüntümüzü gözyaşlarımızla akort ettik. Dalından birer parça, odun çivisi olacak şekilde kestik ve ayrıldık.