Not: Hiç muhatap olmuşluğum yoktu bu zat-ı muhteşem(!)le. Sözleri kutsalım mesleğime değmeseydi yine “altyanı kasımpaşa” der, “yürür” üzerine bir deyimle geçiştirirdim. Ama öyle değil!. Gemin azıya alındığı bir dönemde, sessiz kalmayı-ikrardan sayıp- yandaşlığa delil saymasınlar diyerek cevap vermeyi, durumdan görev saydım.
Mesleğime atılan lekeyi kabullenmiş olamazdım.
Aha dedim kendime.. “Şimdi değilse baklayı çıkarmanın zamanı, o zaman daha ne zaman!”
Önce“bakla” hikâyesini anlatalım madem:
Her haksızlığa, her olumsuzluğa, her arsızlığa-yüzsüzlüğe basarmış kalayı… Demişler ki bir gün “Başın belaya girecek. Şu baklayı ağzına al, küfür aklına geldiğinde, hatırla… Vazgeç.”
Uygulamış adam. Küfredemez olmuş onca haksızlığa, hukuksuzluğa, arsızlığa, hırsızlığa… Günler geçtikçe, arsızlıklar artmış, yüzsüzlükler, hırsızlıklar… Salt şayia değil de aleniye binmiş ahlaksızca davranışlar. Dur diyen de yok, cesaret edip bir şeyler söyleyebilen de…
Ricaya gitmişler küfürbaza: Çıkar şu baklayı ağzından!… O zaman bu zaman değilse, daha ne zaman!..
*
“Sözüm menclisten dışarı” der devam ederdi Ninem: “Binenin çoksa, kabahati eşekliğinde ara!” – “Ya bindirme, ya şikayet etme!”
Bileceksiniz… Hani adı malum bir mevkute var ya… Gazete derler kendilerine sorsanız. Oysa işlevi de adı kadar malum… İşte o!…
Bir de yazarı var, o adı da işlevi de malum “gazete(!)” dedikleri mevkutenin. Hani bileceksiniz… Yaa!… Uzun boylu, uzun kollu, uzun dilli!… Ha işte o, o!…
Hani, “Zengin” olmuş ya, nice fakirler, “Yazar” olmuş onca “elifi mertek sananlar, “Cesur” olmuşlar ya bir “Höt”e kıç atanlar soyadları sayesinde… “Diline pak” dolamış, o adı ve işlevi malum mevkutenin, malum köşe yazarı da!… Hah!. İşte o!..
Günlerden bir gün, kim demişse demiş, “Kadınlar vücutlarını örtünce, vücutları güneş görmeyince D vitamini alamıyorlar” demiş. Demez olaymış- ama demiş. Sana ne -elalemin eksik vitamin D’sinden- diyememiş.
Pek alınmış bundan “Pak Dilli Uzun Adam!.. “Pak(!)” bir dille cevap vermiş “uzun tırnaklı, ojeli bayan öğretmenler”e!…
“Siz o halinizle Müslümanlara, onların çocuklarının arasında cenabet cenabet dolaşacak ve onlara akıl öğretecek, çağdaşlık dersi vereceksiniz, biz buna ses çıkartmayacağız öyle mi!?”
Diyanet’in işi çok ya, bu aralar… Müslüman da paylaşımı bilendir ya; iş ve sorumluluk paylaşımı da buna dahil olunca, “cenabetlik” üzerine fetva da bu “Pak dilli uzun adam”a düşmüş.. Diyanet daha derin konularla meşgul… Kolay mı 1400 yıldır cevaplanamamış sorulara cevaplar bulup fetvalar üretmek. Yetişkini ayrı, çocuğu ayrı… Kadını ayrı, erkeği ayrı üstelik… Bankacılığı var, Toki’ye dair faiz var, vip cumalar var, halktan gelecek sorulara ulemaca verilecek cevaplar var, Kur’anda şifa ayetleri arayıp bulmak vaaar… Yönetim ve yönetenden yana fetvalar var… Var da var!..
Sonuncusu neydi mesela;; “Yöneticiye mal lazım olursa, malın tahsili, halktan olur!” (Sen istediğin kadar; Ey “Diyanet, o Osmalı’daydı, biz Cumhuriyetteyiz” de!.- Seninkisi, davulcu kabahati misali “tıs” bile gelmez bu hengamede bunca koku arasında)
Diyanet’ten beklenen tepkinin bir bölümünü gönüllü üstlenmiş Pa(!)k dilin sahibi, temizliği tepeden dökünülen bir kova su zannedip… Ojeli parmakları baştan dinsiz imansız cenabet-pis-kirlenmiş- ilan etmiş Kuran’dan ayetler de sayarak. Cenabet cenabe(?)t neleri yapıp neleri yapamayacağını sayıp döktükten sonra “cenabet cenabet dolaşacak ve onlara (Müslümanların çocuklarına) akıl öğretecek, çağdaşlık dersi vereceksiniz, biz buna ses çıkartmayacağız öyle mi!?”diyerek gürlemiş!…
Pekiiii!… Temizliği bir kova suda arayan“Pak(!)” dilli uzun adam, o senin sayıp döktüğün ayetlerde, asıl temizliğin bir kova suda değil, kalpte, yürekte, ciğerde, izanda, mizanda vicdanda olduğunu anlatan tek bir satırcık da mı yok!?…
Siz temizliği, ojenin altında kalan –ıslanmamış- zerre bölgede arayacak, izanı, mizanı, kalbi, vicdanı es geçeceksiniz, biz de buna ses çıkarmayacağız öyle mi!?…
*
“Pak(!) dilli uzun adam” cenabetlik üzerine sıraladığı hakaretlerini unutup “sizin dininiz size, bizim dinimiz bize. Bunları sizinle de tartışacak değiliz. Kim kimi örnek alıyor, kimlere benzemek istiyorsa o onlardandır” diye de eklemiş.
Hah şöyle!… Kim kime benzemek istiyorsa benzesin… Sizin unutmak ve unutturmak istediğiniz “laiklik” kavramı da tam bunu diyor işte. Senin inancın sana, benimki de bana- onunki de ona!… Kim kime inanmak, kim kime benzemek isterse…
Ama devri dümeniniz bitende, siz böyle davrandıkça, görün bakalım size benzemeye çalışacak, yolunuzu izleyecek, özlemle yolunuzu bekleyecek kaç Allah kulu kalacak!?.. Dini imanı, ahlakı, erdemi, hoşgörüyü, sevgiyi, saygıyı, demokrasiyi sizin gözünüzle görüp, sizin izanınızla yorumlayacak kaç Allah kulu daha olacak!?…
Zira bu toplumun, cenabetliğin ne olduğunu “Pis, kötü, hoşlanılmayan kimse veya şey”lerin ne anlama geldiğini bunca yaşanmışlıktan sonra hâlâ öğrenememiş kul kalacağını mı sanıyorsunuz beş on yandaştan öte!?…
Günlük yaşamın içinden tutun da, geçmişe-geleceğe, hak-hukuk adalete, korkudan, güvene, eğitimden, ihaleye, kayırmacılıktan, liyakata, erdemden, ahlaka, haramdan helale, birbirinden apayrı gibi duran her toplumsal ve insani alanda hangi taşı kaldırsan altından yayılan o cenabet – pis kokuyu duymak için illaki“tazı” olmaya gerek yok.
Bunca cenabet-pis-kötü-hoşlanılmayan kimse veya şeylerden yayılan onca koku dururken ojeli parmaklarda “cenabet”lik aramak sağlıklı bir izan işi olmasa gerek.
Ya izan değişmeli, ya kafa!…
Ben öğretmenim. Umutsuz da olsa vak’a; doğruyu göstermek görevim..,