Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Cuma, Aralık 5, 2025
  • Giriş Yap
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Yazar Portal | Turkiye Interaktif Kose Yazarı Gazetesi
Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
Anasayfa Yazarlar Ahmet AY

Abdullah Oglu Muhammed

Ahmet AY Yazar Ahmet AY
20 Nisan 2010
Ahmet AY
4
400
Paylaşma
5k
Görüntülenme
Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

Tarih miladi 571 yılını gösterirken Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah vefat etmiş,  Abdullah geriye hamile bir eş bırakmıştı. Âmine yetim bir çocuk dünyaya getirmiş ve adı Muhammed ibn-u Abdullah konmuştu. O günlerde, yıllarda hiçbir çocuk dünyaya gelen küçük Muhammed’in yerinde olmak istemezdi. Neden istesin ki?

Karanlıkçağın en koyu döneminin yaşandığı bir bölgede babasız olmak, babasız kalmak o kadar kolay mı?

Asla yetim olmak istenir bir durum değilken aşiretlerin “sahibine göre” muamelelere tabi tuttuğu bir toplumda yetim olmak hiç arzu edilir bir durum olur mu?

Yalnızca babasız mı kalmıştı Muhammed?

“Kimsesi yoksa ezilmeli” anlayışında olan memlekette bir de annesiz kalmak bir çocuk için dayanılır gibi değil.

Zorda kaldığında, haksızlığa uğradığında ümitleri tükendiğinde eteğini tutacak, kucağına sığınacak yegâne varlık olan anneden de mahrum kalmak… Asla hiç kimsenin, hiçbir çocuğun hiçbir şeye karşılık alacağı şeyler değil yetimlik ve öksüzlük.

Ve Muhammed hem yetim ve hem de öksüz…

Aslında büyük öncülerin, zora aday olanların “yaşaması gerekli acılar” bunlar olsa gerek;

Kıvama ermeleri için. Serüveni biliyorsunuz; sığındığı dedenin kaybı, amcaya emanet edilmesi ve ızdırapla geçen gençlik yılları.

Bu acıları yaşayanın yerinde kim olmak ister? Hiç kimse.

İlerde “keşke dahasını yaşasaydım da yerinde ben olsaydım” denilecek kadar imrenilen kişi:

Abdullah oğlu Muhammed.

Peki, ileride Muhammed Resulullah olacak kadar insanlığın zirvesi olan şahsiyeti bu kadar zirveye çıkaracak şey ne idi?

Hangi güç, hangi yetki(li), hangi özellik, kim, ne, nasıl bir durum O’nu bu zirve noktasına taşıyacaktı?

O’nu insanlığın baş tacı yapacak şey ne ola ki?

İnsanlık tarihi boyunca analar ne evlatlar doğurmuştu; Aristo,  Sezar, K. Marx, Gandi,  Napolyon vs. Hepsi kendi çağlarına ve sonraki çağlara damga vurmuş insanlar. Hatta Aristo, gibilerinin insanlığa sunduklarının önemli bir kısmı bu gün bile geçerli. Ama hiç biri Nuh, İbrahim, Musa, İsa gibi Muhammed gibi anılmıyorlar. Onları küçümsemek amacıyla söylemiyorum, ancak müthiş farkı da göz ardı edemeyiz. İşte Allah’ın vahyi bu farkı açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Elbette ki Hz. Peygamber şahsiyet olarak, erdem olarak, emniyet olarak ve daha pek çok insani özellikleri itibariyle bambaşka bir güzelliğe sahip idi. Hemen hemen herkesin bildiği Muhammed-ul Emin olarak isimlendirilmesi durup dururken olmadı. Hilf-ul Fudul adlı “inancı, ırkı ve statüsü ne olursa olsun kimsesizleri, güçsüzleri, haksızlığa uğrayanları koruma ve haklarını arama cemiyeti”nin kuruluşunda en aktif rolü üstlenmesi, Resul-i Ekrem’in insanlar için peygamberlik öncesi bile ne kadar sorumluluk duygusu taşıdığını ortaya koymaktadır. 

Evet, ama bu saydığımız ve daha nice bütün güzel özellikleri Muhammed ibn-u Abdullah’ı insanlık tarihinde en zirveye çıkarmaya yetmez idi… ve belki sadece bu hasletlere sahip olarak yaşasaydı o güzel insan pek hatırlanmayacaktı da…

Ama sadece Muhammed iken onu yakıp kavuran bir hal, bir dert vardı. Hicaz yarımadasında gidişat içler acısıydı. Bu böyle gitmemeli, bir şeyler yapmalıydı. Bir çare bulmalıydı. Kavmi, çevre kabileler insanlıktan koptukça kopmuştu. Muhammed gidişattan öyle rahatsız idi ki toplumu terk etmek, başını alıp gitmek istiyordu… da nereye gidecekti? O bu acılarla kıvranıyor, bu acılarla yatıp kalkıyordu.

Ne zamanki 40 yaşına geldi o zaman artık insanlık derdi, endişesi, insanların başıboşluğu onu dört bir yanından sardı kavurdu… Toplumun ızdırabı onu evinden barkından etmiş ve o da her zaman ki mağarasına sığınmış tefekkür ediyordu. Kur’an o son günlerden söz ederken Muhammed’in kıvranış öyküsü tüyleri diken diken ediyor.

“Abdullah’ın oğlu Muhammed mağarada acılarla kıvranır bir halde kendinden geçiyordu, kendine geldiğinde yine; ‘ne olacak bu toplumun hali, insanlık diplere vurmuş, çare yok mu Allah’ım? İmdada yetiş’ diye inliyordu.

Böyle acıların yoğunlaştığı dönemde Allah Teâlâ’nın onu görevli olarak tercih ettiğini bildirme vakti gelmişti. İlahi emrin yerine getiriliş döneminin tam zamanıydı. Rabbi onu elçisi olarak seçip kutlu sözlerini vahyetti.

Vahyetti ne oldu?

Ne olmadı ki?

Düşünebiliyor musunuz bir mağaraya Muhammed bin Abdullah olarak girdi ve mağaradan bütün dünya âleme ses verecek olan Muhammed Resulullah olarak çıktı…

İşte böyle;

Allah’ın vahyi yani Kur’an onu en şerefli mertebeye çıkarmıştı;

“Allah’ın Resulü”… Yeryüzünün karanlıkları onun dudaklarından dökülecek kutlu sözlerle aydınlanmayı bekliyordu. Kapkaranlık bir asrı; cehalet ve vahşet asrını mübarek ayetlerle asrısaadete dönüştürüyordu. Öyle kolay mı?

O’nun dudaklarından dökülen ilahi buyruklar ona dolayısıyla-henüz farkında olmasa da- tüm insanlara hayat veriyordu. İnanmayanlar ısrarla kendilerine yaşamın anlamını sunan bu hayat pınarını kurutmaya çalışsalar da artık “semalardan yere uzanan bu kutsal pınar“ kurutulamayacak ve ölülerin dirilişini andıran bir diriliş gerçekleştirecekti.

İlahi vahiy cehaletin, vahşetin, sefaletin kol gezdiği Hicaz bölgesini kısa sürede savaşlara, sürgünlere, açlığa ve daha nice sıkıntıya rağmen ihya etti.

Herkesin bildiği Mekke müşriklerinin içinde bulundukları sosyal durumu  söylemeden geçemeyeceğim.

Bildiğiniz gibi Mekke halkı ataları İbrahim’in tek ilah O da Allah inancını bırakıp çok tanrılı anlayışı benimsemişlerdi. Allah ile beraber etkilerini-yetkilerini kendilerinin belirlemiş oldukları çok tanrılı inanca sahip olmuşlardı.  Yani onlar Allah (cc)’ı inkar etmiyorlar, sadece onunla beraber takviye ilahlar belirlemişlerdi ki bunun adı da şirkti.

Zaten malumunuz müşrikler Allah’ı inkâr etmiyorlar(dı). Yalnız O’nunla beraber başkaca da tanrılar ediniyorlardı. Bereket tanrısı, yolculuk tanrısı, ailenin özel tanrısı vs.

Şirk: Çok ilahlı inanç… Şimdi şu hususu belirtmek lazım: Çok tanrılı olmakla tek İlah O da Allah inancına sahip olmak hem dini, hem sosyo-ekonomik durum itibariyle korkunç farkı da beraberinde getirmektedir. Bunu Rahmetli Şeriati eski köle ve inananlar için büyük sahabi Hz. Bilal-i Habeş’in Müslüman oluşundaki hikmetle çok güzel ifade ediyor. Diyor ki Dr. Şeriati: Zenci ve köle Bilal Muhammed (as)’ın insanlara “Allah’tan gayri ilah oktur deyin kurtulun” şiarını duyduğunda sevinçten çığlık atmış “and olsun ki Bilal kurtuldu” demişti. Sormuşlar : “Ey zenci ananın zenci oğlu, ey köle oğlu köle! sana ne oluyor ki, sen nasıl kurtuluyorsun, bu nece iştir ey kara köle!”? Onlar efendi, Bilal köle. Köledeki feraset ve basiret onlara çok geliyordu. Çünkü onlar gözlerini, kulaklarını dolayısıyla anlama melekelerini kullanamıyorlardı. Bilal “and olsun ilah tek ise herkes eşittir, hürdür, herkes değerlidir. Zira bizim efendilerimizin tanrıları altından, gümüşten, bizim ilahlarımız ise çamurdan yapılır, onlar tanrıları gibi değerli, biz de toprak gibi ayaklar altında ve değersiziz. Tanrı bir olunca herkes eşit olur” demiş. İşte şirk (“bulanıklık”) ve tevhid (“netlik”) farkının güzel bir örneği…

Adı üzerinde şirk toplumu… Araplar adaletsizliğin en acımasız devrinde asabiyetin de temel belirleyici olduğu kabilelere bölünmüşler, haksızlık yapan bir kişi kendi kabilelerinden ise ona arka çıkıp yanında yer alırlardı. Zalim ise “bizim zalimimiz ise, kimse karışamaz” mantığı, daha doğrusu mantıksızlığı hüküm sürüyordu. Kız çocuklarının –anlaşılması akıl ve insaftan uzak- sebeplerle diri diri toprağa gömüldüğü, tefeciliğin insanı ebedi köleliğe sevk ettiği, nice ahlaksızlığın “erdem” olarak kabul gördüğü bir toplum, o müşrik toplum…

Değerli dostlar başınızı ağartmadan adını koyalım: O toplum çöküntüden doğrulamayan, her şeyiyle iflas etmiş, batmış bir toplum. Bu toplum iflah olmazdı, olamazdı. Hiç bir güç, hiçbir kuvvet, hiçbir felsefi akım o asırda Mekkelileri adam edemezdi. İşin doğrusu ben Mekke diyorsam siz bunu büyük oranda -Yesrib de dâhil- Hicaz Yarım adasının önemli bir bölümü olarak anlayınız.

Peki o iflah olmaz/olamaz dediğimiz toplum 23 yıl gibi kısa süre içerisinde dünyaya yön verecek, insanlığın kurtuluşuna vesile olacak değişim ve dönüşümü ne ile, nasıl gerçekleştirdi acaba? Hepinizin, hepimizin bildiği gibi Allah (cc) ‘ın lütuf ve ihsanı ile onlara gönderdiği vahiyle yani KUR’AN ile… Bu konuda hem fikiriz… Buna bütün kalbimizle inanıyoruz. Kur’an bu vahşet kültüründen rahmet toplumu çıkarmıştır. Bunda hiç bir kuşku yok. O toplum kimsenin inanamayacağı bir şekilde değişip rahmet toplumu haline geldi. Bunu inanalar başardı. Kur’an’a uyarak, Resul’e uyarak, samimi davranarak, kendilerine karşı dürüst davranarak başardılar. En çok da insanları “öldürmek değil yaşatmak için cehd ettiler” de öyle bir topluluk oldular. Çünkü “bir insanı yaşatan bütün insanlığı yaşatmıştır” düsturu vardı yaşamlarında. (Resul-i Ekremin vefatı sonrasında gelişen katliam süreci farklı bir konudur. Bu sebeple bunu geçiyorum)

Şimdi kendimize, günümüze dönelim. Bugün insanlık Mekke ve Hicaz toplumunu mumla arar hale gelmiş bulunmaktadır. Durum öyle vahim haldeki devletler tek silahla yüz milyonlarca insanı her an yok edebilecek çılgınlıklara varmış bulunmaktadır. Eskiden kabileler savaşır kaçan kurtulurdu. Şimdi ise yeryüzünde insan neslinin yok olma tehlikesi vardır. İş insanı değil insanlığı yok etme noktasına gelmiştir.

Bizler de bu gidişata müdahil olamıyor ve âdete başımıza geleceklere seyirci kalıyoruz. Müdahil olamıyoruz zira biz özümüzü, bizi biz yapan, insanlık ailesinin kurtarıcıları kılan iksiri yitirdik. Bizi yeryüzünün sorumluluğunun bilincinde olan topluluk yapan kılavuzumuzu bıraktık ve dağınık, kendi derdine düşüp zavallılaşan, acınası hale gelen inanan millet(ler) olduk. Acaba biz bunu hak edecek ne yaptık, ya da biz ne yapmayıp ta bunu hak ettik?..

Galiba dinin özünü, ruhunu, maksadını ritüellere indirgedik. En azından önemli bir sebep bu olsa gerek.

Paylaş
Etiketler: abdulmutaliparistobilali habeşgandihicazhilful fudulmarksşirk
Önceki Yazı

Bu Millet, Tonton Siyasetçisi Özal’ı Neden Unutamıyor?

Sonraki Yazı

KKTC’de Seçim ve “Truva Atı” Sendromu

Ahmet AY

Ahmet AY

Ahmet Ay'ın Tüm Yazılarını Göster

İlişkili Yazılar

Ahmet AY

CHP Artık Milli Güvenlik Sorunu

06 Aralık 2020
5k
Ahmet AY

AB’nin ‘İRİNİ’ Akdeniz’e Aktı

29 Kasım 2020
5k
Ahmet AY

Başkan Erdoğan’dan Kıbrıs Çıkarması

22 Kasım 2020
5k
Ahmet AY

Biden’a Neden Sevindiler?

15 Kasım 2020
5k
Sonraki Yazı

KKTC’de Seçim ve “Truva Atı” Sendromu

Yorumlar 4

  1. cihan says:
    16 yıl önce

    bu konuda yazlmış eniyi yazi saolun ustadım

  2. hayriye says:
    16 yıl önce

    abdullah oglu muhammedken resulullah muhammed olmak ne buyuk bir sey selam ona ve yolundakilere

  3. muharrem says:
    16 yıl önce

    galiba biz eskiye döndük. bu şerefli peygamberin bize getirdiği dini unutup gelenekselliğe geri dödük. dini,yaşayışımızı geleneklere göre yaptık. Kuranı sünnetei unuttuk

  4. vedud murat says:
    16 yıl önce

    Allah’ın vahyi yani Kur’an onu en şerefli mertebeye çıkarmıştı;

    işte yaradan varkıyla kula bahşetmesi….

    uzun bir aradan sonra nett e ilk okuduğum yazı ve gene yazarın diliyle harika olmuş yüreğinizin güzelliği yazınızda birleşmiş .
    selam ve dua süz ve sevdikleriniz üzerine olsun rahman sizi sevsin ve korusun …..kul vedud murat

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Trendler
  • Yorumlar
  • En son
Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

Aşık Veysel ve Kara Toprak Türküsü Hikayesi

22 Mart 2019
Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

Ayak Tabanına Veya Göğüse Vicks Sürmenin Faydası Yok

24 Ocak 2016

Yok Saymak

28 Mart 2020

Yıldızname Baktırmak Günah mı…Günah…

09 Haziran 2022

Keltepen’in Taşları /Şu Akkuşun Gürgenleri

18 Nisan 2020
Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

Göyçe Zengezur Türk Cumhuriyeti

21 Eylül 2022

Tüketicilerin Süt Tozu Dilekçeleri!

97

Fethullah Gülen’e 19 Soru

72

Ayasofya Açılsın Zincirler Kırılsın

70

İslâm Dışı Bir Uygulama: Çocuk Sünneti…

45

Gıda Mühendislerinin Petek Ataman’a Çağrısı

40

Şarkı Sözü Alan Var mı?

39
Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

Türkiye’nin Ortak Geleceği: Birlik, Kimlik ve Toplumsal Dayanıklılık Üzerine Kapsamlı Bir Düşünüş

05 Aralık 2025
Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

Nasıl Bir Toplum Olduk. Birinin Ak Dediğine Diğeri Kara Diyor

05 Aralık 2025
Ve Bilirsin

Ve Bilirsin

05 Aralık 2025
Yaşlı Adam Yanıyor

Yaşlı Adam Yanıyor

05 Aralık 2025
Yörüklerin Harika Öğütleri

Yörüklerin Harika Öğütleri

05 Aralık 2025
Sen veya Sizlere

Sen veya Sizlere

04 Aralık 2025

Köşe Yazarları

Türkiye Deprem Haritası

 

Ayın Sözü

Lütfen Duyarlı Olalım!

de, da vb. bağlaçlar ayrı yazılır.

Cümle bitişinde noktalama yapılır. Boşluk bırakılır, yeni cümleye büyük harfle başlanır.

Dilimiz kadar, edebiyatımıza da özen gösterelim.

Arşiv

Sosyal Medya’da Biz

  • Facebook
  • İnstagram
  • Twitter

Entelektüel Künyemiz!

Online Bilgi İletişim, Sanat ve Medya Hizmetleri, (ICAM | Information, Communication, Art and Media Network) Bilgiağı Yayın Grubu bileşeni YAZAR PORTAL, her gün yenilenen güncel yayınıyla birbirinden değerli köşe yazarlarının özgün makalelerini Türk ve dünya kültür mirasına sunmaktan gurur duyar.

Yazar Portal, günlük, çevrimiçi (interaktif) Köşe Yazarı Gazetesi, basın meslek ilkelerini ve genel yayın etik ilkelerini kabul eder.

Yayın Kurulu

Kent Akademisi Dergisi

Kent Akademisi | Kent Kültürü ve Yönetimi Dergisi
Urban Academy | Journal of Urban Culture and Management

Ayın Kitabı

Yazarlarımızdan, Nevin KILIÇ’ın,

Katilini Doğuran Aşklar söz akıntısını öz akıntısı haliyle şiire yansıtan güzel bir eser. Yazarımızı eserinden dolayı kutluyoruz.

Gazetemiz TİGAD Üyesidir

YAZAR PORTAL

JENAS

Journal of Environmental and Natural Search

Yayın Referans Lisansı

Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License.

Bilim & Teknoloji

Eğitim & Kültür

Genel Eğitim

Kişisel Gelişim

Çocuk Gelişimi

Anı & Günce

Spor

Kitap İncelemesi

Film & Sinema Eleştirisi

Gezi Yazısı

Öykü Tefrikaları

Roman Tefrikaları

Röportaj

Medya

Edebiyat & Sanat

Sağlık & Beslenme

Ekonomi & Finans

Siyaset & Politika

Genç Kalemler

Magazin

Şiir

Künye

Köşe Yazarları

Yazar Müracatı

Yazar Girişi

Yazar Olma Dilekçesi

Yayın İlkeleri

Yayın Grubumuz

Misyon

Logo

Reklam Tarifesi

Gizlilik Politikası

İletişim

E-Posta

Üye Ol

BİLGİ, İLETİŞİM, SANAT ve MEDYA HİZMETLERİ YAYIN GRUBU

 INFORMATION, COMMUNICATION, ART and MEDIA PUBLISHING GROUP

© ICAM Publishing

Gazetemiz www.yazarportal.com, (Yazarportal) basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir.
Yazıların tüm hukuksal hakları yazarlarına aittir. Yazarlarımızın izni olmaksızın, yazılar, hiç bir yerde kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz.

Sonuç yok
Tüm sonuçları gör
  • Ana Sayfa
  • Köşe Yazarları
  • Künye
  • Yayın İlkeleri
  • Yazar Müracaatı
  • Kurumsal
    • Misyon
    • Yayın Grubumuz
    • Logo
    • Reklam Tarifesi
  • Yazar Girişi
  • E-Posta

© 2008 - 2021 Yazar Portal | Türkiye Interaktif Köşe Yazarı Gazetesi

Yeniden Hoşgeldin

Aşağıdan hesabınıza giriş yapın

Şifrenimi unuttun?

Parolanızı alın

Şifrenizi sıfırlamak için lütfen kullanıcı adınızı veya e-posta adresinizi girin.

Giriş yap