Başlığı, gerçekten Almanya‘nın bittiğini düşündüğüm için yazmadım. Yaygın bir söz ya! Ondan ötürü yazdım. Nasıl bitmemiş olduğunu anlatabilmek için, tersi ve dikkat çekici bir başlık olsun istedim.
“Medeniyet” algılarımız ne kadar farklı! Kendi ülkemden bahsediyorum. Almanya bitmiş-bitecek olsa bile; hiç değilse sağlam, vakur bir şekilde biterdi. Neyse. “Medeniyet” diyordum… İki açıdan ele almak gerekir bu konuyu: Birincisi, “İnsanlığa ne verdiler?” “İkincisi, insanın insana bakışı nasıldı?”
Yanıtları kısaca vereyim: bence çok şey verdiler ve vermeye devam ediyorlar. İkinci sorunun yanıtı ise, insanın insana bakışı farklı bir düzlemde.
*
Yolculuklarda yanıma en az bir kitap alırım. Bu sefer de yanıma bir Umberto Eco kitabı aldım. Somon Balığıyla Yolculuk. Alalı bir sene kadar oldu. İzmir Kitap Fuarından almıştım. Sadece arka kapak yazısını okumuştum. Herhangi bir yolculukta okuyacağımı düşünerek almamıştım, fakat Berlin gezisi planı ortaya çıkınca aklıma ilk gelen kitap olmuştu.
Hiciv-günce türünde yazılardan oluşan bir kitap. Kısa yazılar olduğu için sıkıcı da olmaz diye düşünmüştüm. Normalde Umberto‘nun kitapları beni biraz zorluyordu. Fakat bu kitap hap gibi geldi. Uçakta giderken değil de Berlin’de okurum diyordum. Fakat dönüş uçuşunda elli sayfa kadar okuyabildim.
*
Önceki yazımda bahsettiğim üzere, ki yürüyüş ağırlıklı bir gezi olsun demiştim, genelde yürüdüm. Kreuzberg‘deki otelimden öğlene doğru çıkıp ya sağdan ya soldan kuzeye doğru bir yoldan, Potsdam Platz geçiş noktası olacak şekilde, yürüdüm. Genelde yağmurlu değildi hava. Brandenburger Tor dinlenme noktası. Sonra, ya batıya ya doğuya yine yürüyüş.
Brandenburger Tor‘da bir banka oturup insanları izlemek hoşuma gidiyor. Doğu tarafındaki AlexanderPlatz denen yerde oturmak da hoşuma gidiyordu. Oranın biraz farkı var. Her çeşit milletten, özellikle Asyalı insanları daha çok görüyordum.
*
Şehir içi ulaşım maliyetleri biraz artmış. Fakat yine de akla yatkın ücretler. Zaten genelde yürüdüğüm için fazla bir ulaşım maliyetim olmadı.
Önceki yazımda bahsettiğim birkaç yer kapanmış. Cumartesi ve pazar günleri kurulan bir ikinci el pazarından bahsetmiştim. Aslında ikinci el pazarı-antika pazarı kapanmamış; hemen berisindeki el işleri pazarı kısmı da vardı; orası kapanmış. Görmeyi istediğim bir arkadaşımı görmek mümkün olmadı, ne yazık.
*
Mall of Berlin denen bir alıveriş merkezi var. Orada da çok takıldım. Yemek yemek, kahve içmek için. Orada ve başka yerlerde gördüğüm, işletmesi olan veya çalışan Türklerde bir Türkçe konuşma çekincesi gördüm. Hepsinde değil tabii. Fakat bir tanesi, ki kebap dükkanı işletiyordu. Muhtemelen “Kürtçü” biriydi. Almanca olarak, Türkçe bilmiyorum gibi sözler söyledi. Ben de bir şey sipariş etmeden geri çıktım.
Konuştuğum her Türk‘ten ahval ve şerait hakkında bilgiler aldım.
*
Kaldığım otel pansiyona benziyor biraz. Kaldığım yedi gün boyunca sürekli ve kalabalık halde liseli öğrenci kafileleri geldi durdu. Otelin iç avlularının birindeki kafede dinlenmek için bulunduğum zamanlarda öğrencileri izleme fırsatım da oldu.
*
Otelde odamda dinlenirken televizyonu açıyordum. Alman kanalları izliyordum. Bir şeyi test ediyordum. Seçebildiğim kelimelerin sayısı oldukça artmıştı. “Machen” ve “arbeiten” kelimeleri çok kullanılıyor. Eğitim-gezi için gelen öğrencileri de dinliyordum.
Türkiye’deyken A1 Almaca Dil sertifikası almıştım. Dil öğrenme sürecimde ben aslında başka bir şey yapıyordum. Yani ben aslında ilk önce Almancayı öğrenmeye çalışmıyordum. Bir dilin nasıl öğrenileceğini öğrenmeye çalışıyordum. Evet, dil öğrenmek bir ortam meselesidir fakat insanın, kendine has yöntemler de geliştirmesi gerekir. Kendimce yöntemler buldum. Uygulamak için kesintisiz 6-12 ay arası bir zaman dilimi gerekiyor.
*
Almanya bitmiş mi? Bende, Almanya‘nın bittiğine dair bir kanaat oluşmadı.























