Her konuya karşı ilgim olabilir. Altmış bir yılı doldurmaya uğraştığım hayat serüveninde, bilmeye ve bilime karşı hep iştahla dolu oldum. Öğrenmeye aç biriyim.
Aslında en çok ilgilendiğim, en çok okuduğum ve gezerek emek verdiğim alanlar; ören yerleri, antik kentler, müzeler dahil olmak üzere coğrafya ve tarihtir.
Ama kendimi asla bir tarihçi olarak görmem; ben bir tarihseverim.
İsim vermek gerekirse, günümüz tarihçilerinden Erhan Afyoncu kadar Orta Çağ ve Yeni Çağ Türk tarihini akademik düzeyde bilmesem de, genel dünya tarihi, Türk tarihi, hatta medeniyetler tarihi konusunda oldukça geniş bir bilgi birikimine sahibim. Bu, bir anlamda “futbolda yenilsem de uzun boyumu kullanarak seni basketbola davet ederim” demektir.
Yine Celal Şengör gibi, tarih anlatılarını hikâyeleştirip şov hâline getirmeyi sevmemem; elli yıldır tarih konusunda sayısız birincil kaynağı dur durak bilmeden okumuş olmamın ve tarihî alanları gezme alışkanlığımın bir yansıması olabilir.
Benim gibi Siyasal Bilgiler mezunu olan İlber Ortaylı ise, 19. yüzyıl Osmanlı tarihçiliğine merak sarmış ve oradan yürümüş bir isimdir.
Coğrafya–tarih ilişkisi üzerinden devam edecek olursak, aslında bu iki alan arasındaki bağı derinleştirebiliriz.
Coğrafyayı bir “kader” değil, bir değer olarak değerlendiren belki de ilk kişi benim. Bilmiyorum; yazının icadından bu yana geçen altı bin yılda, belki birileri “Coğrafya Değerdir.” demiştir. Ama ben de söyledim — ve inanarak söyledim. Bunu diyebilmek için, kütüphanemde beş bini aşkın kitap, binlerce dergi birikti. Bugün bilgisayarımda ve dijital yedeklerimde on binlerce kitap, makale, dergi, katalog ve doktora tezi bulunuyor.
Ne bir şiirimi, ne bir kitabımı, ne de bir yazımı bugüne kadar satmış değilim. Kalemimden para kazanmam.
Gücüm, özgürlüğümde saklıdır; başka bir emelim yoktur.
Tarih üzerine bir kitap yazmadım; coğrafya üzerine gezip gördüklerimi de kaleme almadım. Ama benim idolüm Evliya Çelebi’dir. Aynı zamanda İbn Battuta, İbn Fadlan ve Marco Polo gibi cesur insanlardır.
Zamanlarının zorluklarına rağmen hayatlarını ortaya koyup gezmişlerdir.
Fakat aynı gezileri, sömürgecilik amacıyla yapan; toprak, zenginlik ve güç arayışıyla başka ülkeleri gözyaşına boğan “kaşiflerden” nefret ederim.
Bir Kristof Kolomb, Vasco da Gama, Magellan veya Amerigo Vespucci benim için seyyah değildir; onlar paralı kaşiflerdir.
Başkaları adına, efendileri için sömürülecek topraklar arayan adamlar…
İşte bu yüzden, kendi özgünlüğümü ve özgürlüğümü korumak adına hiçbir yayın kuruluşuna, gazeteye, dergiye PARA İLE yazı vermedim. Kalemimi para ile değiştirmedim.
Bu sebeple siz okurlarım şanslısınız; çünkü bu zihinden çıkan yazılar asla satılmamış, özgün ve özgürdür.
Bir sarayın kuklası değiliz.
Bizim bilme isteğimiz tutkumuzdur, yaşam biçimimizdir. Vicdan ve özgürlüğümüzü terk etmeden yazar, yaşarız. Gönülden bildiğimizi söyleriz. İnsan olarak, bulunduğumuz ne yere ne çıkara mahkum değiliz. Kendimize değerimizi, anlam kazanan bir mahlûkat olabilmekte buluruz. Paylaşımlarımızın amacı öğretmek değil elbet. Birlikte hayatı ve gerçekleri anlamaya devam etmek.
İçimizdeki damar, insan olmanın erdemli yolunu; bilgiden, vicdandan ve özgürlükten aldığı güçle, emeğiyle sapasağlam yürür.
İnşallah, yazmaya ve öğrenmeye birlikte devam edeceğiz.























