Bir dostum bir gün bana şu soruyu sormuştu:
“Emine huzurlu bir yalnızlık mı, sımsıcak bir karanlık mı yoksa buz gibi bir aydınlığı mı tercih edersin?”
Ona verdiğim yanıt:
“Huzurlu bir yalnızlığı seçerim,” olmuştu.
“Neden yalnızlık?” Diye sorduğunda sohbetimiz aldı başı gitti…
.
Öyle ya…
Beni anlamayan, anlamak istemeyen insanlara gönlümü neden açayım?
Özellikle kalbi sevgiyle tanışmamış, sevgiyi bilmeyen insanlardan ne kadar uzak olursam kendimi o kadar huzurlu hissediyorum.
Mış, gibi yapan insanları hayatıma dokunmalarına izin vermiyorum. Belki de bu geri duruşun adına ” karantinaya çekilmek” olarak da düşünebilirsiniz.
İnanın kimseye kimselere ihtiyaç da duymuyorum. Önce ki yıllarımda kuru kalabalıklar içinde tek başına kaldığım zamanlar ruhumun sızladığını hissediyordum. Şimdi ise kendime yettiğimi görüyorum.
Hayatın çetinliklerini yaşarken “Acabaların” ve ” Keşkelerin ” içinde boğulmak istemediğim için bu benim seçtiğim tercihli yalnızlıktır.
Peki bunu niçin yapıyoruz?
Kısaca şöyle izah edeyim:
İnsanlar amaçlarına ulaşmak adına gönlünüze konuk oluyor,
Sizi varlığına alıştırıyor, sevgisiyle oyalıyor,
Siz bu birlikteliğe saygı duyup emek veriyorsunuz,
Maddi manevi kendinizden verip kalbinizin emeğini tam biçecek iken alıştığınız insan bir anda ortadan kayboluyor!
Ne büyük bir hayal kırıklığıdır bu!
Bu nedenle yalan, yapay sevgiler uzak tutuyorum gönlümden.
Bana zarar vermiyor tercihli yalnızlığım. Aksine huzur veriyor. Daha çok üretken ve daha çok kendim oluyorum.
Ha canım mu sıkıldı?
Doğanın kucağına atıyorum kendimi. Maviyi, yeşili ve mevsimin bize sundukları yediveren renkleri içiyor gözlerim.
Son olarak sözlerimi;
“Yüzyıllık Yalnızlık ve Kırmızı Pazartesi” adlı kitapların yazarı Gabriel Garcia Marquez’in kulağıma küpe olan sözleriyle noktalamak istiyorum:
Şöyle diyordu:
“Keşke tanımasaydım” dediğim hiç kimse olmadı.
“Keşke beni tanımasına izin vermedim,” dediklerim oldu.
Emine Pişiren/ Akçay
#felsefe
#psikoloji
#eminepisiren10
#felsefe
#psikoloji
#eminepisiren10























