Okullu olabilmemiz, için şehre göç etmemiz gerekiyordu. Komşularımız da aynı problemle güç durumdaydı.
Annem, akşam yemeğinde bir ay içerisinde hazırlanırız, dediğinde irkildik.
Anneme şaşırsak da ses çıkartmadık, fakat içimizde bombalar patlamaya başladı. Çünkü, alışkanlıklarımızı bırakmak, kolay değildi. Oyun sahası ve dere eğlenmemize yetiyordu. Böylece istediğimiz gibi hareket edebiliyorduk.
Göç kararı, geleceğimizi ilgilendiriyordu. Üzülmemize gerek de yoktu. Gideceğimiz yeri de babam çok övüyordu. Bu duygu, göçme kararımızı olumlu etkiliyor ve içimizi rahatlatıyordu. Göçtüğümüz şehre yakın, ev ve arazimiz olacakmış. Babamın dediğine göre o yörede, büyük araziler varmış. Yöre, babamın askerlik yaptığı yerlermiş.
Annem ve babama elimizden gelen yardımı yapıyorduk. Yine de sıkıntılar bize kısmen yansıyordu. Babam “sizi şehirde okutacağım, köy yerlerinde kalmayacaksınız,” diyordu.
Göç sırasında, yollarda adeta süründük. Bir buçuk ayda varabildik. Babam, tekerlekli araba yaptı. Bu sayede yükleri, taşımayı sağladık. Fakat ineğimiz ve yavrusu yürümediler. Yapılacak bir şey yoktu. Onları beklemek zorunda kalıyorduk.
Yolda on beşinci gündü, karanlıkta ineğin yavrusu, sıçradığı gibi kaştan atladı. Yavruyu sabah da aradık fakat bulamadık. Çünkü kaş dediğimiz yer, belki bin metrelik uçurummuş. Kardeşim çok üzüldü. Çünkü yavru, onun nazlı bebeğiydi.
Katır arabayı çekiyor, fakat gücü tükeniyordu. Ona da yardım ediyorduk.
Bir ay sonra patikaya saptık. Patika geldiğimize işaretti. Ev ve bahçe bizim olacak ve rahat hareket edecektik. Terk edilmiş gecekonduya yerleşme kararı aldık. Babamın tanıdığı ilerideki mahalledeymiş. Adam, gecekonduyu yarın büyütür bir de ahır yaparız, dedi.
Muhtar, komşularla tanıştırdı. Eşyalarımızı büyütülen gecekonduya yerleştirdik. Gece kondu için bir hafta uğraştık. Muhtar, arabamızla komşuların eşyalarını taşıttı ve parasını verdi. Taşıma yaparak, elde ettiğimiz gelirle geçinmeye başladık. Okulun açılmasına, az kalmıştı. Komşulardan isteyene odun getirip okul harçlığımızı çıkarıyorduk.
Bir akşam, babam kuzine ile geldi. Isınma ve yemek problemimiz bu şekilde, ortadan kalkacaktı. Kuzineyi kurduk ve odun bulmakta zorluk çekmedik. Babam, evlerin çatılarını onardı. Şehir içine gidenlerin arazilerini satın aldık. Kendimiz de boş bir araziyi sardık.
Yalnız dereyi ve balık tutmayı, unutamıyorduk.
Mahallelilerle çok iyi geçindik. Yaşlılara yardım ettik. Sularını ve odunlarını taşıdık. Zaman içerisinde, meyvelerini topladık ve sebzelerin bakımını yaptık.
Bir gün mahalleye atlı araba geldi. İlk olarak atlı araba görüyorduk. İki at ve araba çok güzeldi. Babam “saltanat arabası,” dedi. Akşamın karanlığında arabanın fenerleri yandı. Fenerler atlı arabaya farklı bir güzellik kattı.
Fenerler her iki atın yanında yanıyordu.
Babama, arabayı işaret ederek, fener mi? Diye sordum.
Saltanat arabasının feneri, dedi.
Bizde alalım evin içi aydınlanır, dedim.
Babam fener, atlar koştukça yanıyor. Biz nasıl yakacağız, dedi.
Babamı ikna edemedim, ama görüşümü belirtmeye devam ettim. Hatta katır ile ineği koştururuz, dedim. Onların denk olmadığını ineğin koşamayacağını söyledi. Hemen atıldım, köpeğimizi koşturalım, dedim.
Babam durgundu. Sessizliğini korudu. Anladım ki gücünün yetmediğiydi. Çünkü köpeğin koşması durumunda bir daha havlamaz, demesi doğru gelmedi.
Saltanat arabası gitmesi, bir saati geçmişti. Bize de arkasından konuşmak kalmıştı.
Babam, atın çektiği tekneye teker yaptırdı. Bir de fener gerekir, dedik.
Hasan TANRIVERDİ























