Gün/aydın dostlarım…
Yasamak sevmektir diyorsan… Yaşama sevincini yitirme…
Kollarını aç… ________________ Benim adım SABAH… Sevgiye başlangıcım ben…
SAVAŞIN İYİSİ, BARIŞIN KÖTÜSÜ
YOKTUR
“Bugün dünyanın neresinde huzurlu bir belde var” diye sorulsa, sanırım alınacak cevap tekrar şöyle bir soruya olurdu; “Dünyanın neresinde, huzur bir belde mi var”?
Çünkü cevabı sorulan sorular, tekrar sorularla daha iyi anlaşılmak istenir. Hakikaten yerkürenin herhangi bir yerinde, “huzurlu bir belde var mıdır?”
Dünyanın bir yerlerinde huzur belde olabilmesi için orada yaşayan insanların; kalbinde, yüreğinde, gönlünde, dilinde, ürettiklerinde, tükettiklerinde, inançlarında, inançlarının insan ilişkilerinde; “kardeşlik, hak, hukuk, paylaşma, dayanışma, karşılıklı güven ve istikrar” gibi unsurların tam olması gerekir.
Yitirdiğini huzuru yitirdiğin yerde aramalı insan. Yitirdiğini yanlış yerde arama insan.
İşte buna örnek bir Nasreddin hoca hikayesi, ders çıkartılacak…
Nasreddin Hocayı, sokak lambasının ışığında ısrarla bir şey aradığını gören komşusu merak etmiş:
– Hocam hayırdır, ne arıyorsun böyle gece vakti? Hoca:
– Anahtarımı düşürdüm onu arıyorum, demiş.
Gayretli komşu da Hoca’yla beraber anahtarı aramaya başlamış. Ama gayretleri boşa çıkınca, komşu Hoca’ya dönüp:
– Hocam anahtarı burada düşürdüğünden emin misin?
Diye sorunca, Hoca:
– Anahtarı evin içinde düşürdüm, demiş.
Komşu hayretle:
– Hocam Allah’tan kork, evde düşürdüğün anahtarı sokakta niye arıyorsun?
Diye çıkışınca, Hoca:
– Evlat içerisi karanlık da ondan burada arıyorum, demiş.
Yitik yanlış yerde aranırsa bulunmaz. Yitiği yitirilen yerde aramak gerekir.
Barışı da barışın bitirildiği yerde aramalı…
Bugünün barışı, 106 yıl önce, 11 Kasım 1918 yılında imzalanan müzakerenin ardından Birinci Dünya Savaşıyla bitirildi.
O savaşa son veren barış an(t)laşmaları adil çözümler getirmediğinden, sureta sağlanan barışlar geçici olmuş, köklü çözümler üretilememiştir. Köklü çözüm tarafların tümünün mutabık kaldığı noktada bulunur. Gücü yetenin aslan payını kaptığı yerde değil…
Bunca itişip kakışmayı hangi akla dayanarak makul göstermeyi başarabiliriz?
Son yüz yıl içinde belki 200 milyon, belki daha fazlasının hayatına mal olan bu itişip kakışma insanoğluna ne kazandırdı?..
“Yirminci yüzyılda barış çalışmaları, silahlı çatışmaların bitirilmesi amacıyla özellikle zorlu konulara odaklanmıştır. Bu konular sıcak çatışmanın sürdürülmesinin aracıları ve nedenleri olduğu için çözümlenmesi gereken birincil konular arasına girmektedir. Silahsızlanma, sivilleşme, yeniden uyum ve belli bazı hukuki metinlerin hazırlanması olarak sıralayabileceğimiz bu birincil meseleler, barış süreçlerinde ve müzakerelerde derinlemesine tartışılmaktadır. Zorlu yapılarına rağmen çözüme yatkın olan bu konular, stratejik bazı müdahalelerle ve belli kurallar dâhilinde görece kolay bir şekilde halledilebilir. Lakin barışma sadece teknik bir mesele değildir. Onu kültürel farklılıklardan ve kültürel şiddetten bağımsız bir durum olarak ele alamayız.
Kültürel hegemonya, kültürel şiddet ve bunların canlı tuttuğu yapısal şiddeti bugün çağdaş barış çalışmaları da kabul etmekte ve daha önce çoğunlukla teknik meseleler olarak değer gören barış süreçleri ve çatışmalar artık farklı bağlamlarda da incelenmektedir. Barış eğitimi ve barış gazeteciliği gibi alanların yanı sıra kültürel şiddeti görünür kılan sembol ve ritüellerin üretimi ve kullanımı da artık barış çalışmalarında kabul gören bir tartışma alanı olmaktadır.” ( International Journal of Kurdish Studies Vol.4/1 ( January 2018 ) Ateş (Durç) Barış Çalışmalarında Alternatif Bir Güzergah:…)
Kuşkusuz, insan kazanmak için birbirine saldırıyor.
Birbirinin canına kıymasının nedenini başka nasıl açıklayabiliriz?..
Öfkeyle, bilinçsizce ika edilen bireysel saldırıların sözünü etmiyorum.
Düşüne taşına birbirinin canına kıyma temrinlerinden bahsediyorum. Savaşlardan yani…
Taammüden girişilen öldürme olayı değindiğimiz. Tabii ki bireysel öldürmeler de taammüt kavramının içindeyse onu da hesaba katmak gerekir. Ancak bireysel olaylar, seri katillerin işlediği cinayetlerde bile ortalama sekiz on kişi kadardır. Tabii ki tarih boyunca işlenen münferit bireysel cinayetlerin sayısını alt alta koyduğumuzda o da kesinlikle hatırı sayılır bir yekûn tutar. Ama biz gene de insanların topluca birbirinin canına susamışlığını dile getirmeliyiz hep birlikte.
Ne istiyor insanlar birbirinden?..
Başkasının kendi sınırına dokunmamasını… Değil mi?..
Barış için savaş mı yapmalı yoksa savaşmamak için barış mı yapmalı?..
Bu sorunun en güzel yanıtı Türkiye Cumhuriyetinin banisi Mustafa Kemal ATATÜRK “Yurtta sulh, cihanda sulh” demiş ilk defa ve bu söz 20 Nisan 1931’de seçim dolayısıyla millete beyannamesinde de dile getirilmiştir:
Bu ilke 1961 ve 1982 Anayasalarında da yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dış politika düsturudur. Devlet yönetiminde ve her türlü devlet faaliyetlerinde yönlendirici bir nitelik taşıyan, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, sadece bir parola değil, aynı zamanda bir üstün hukuk kuralıdır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi bir taraftan yurt içinde huzur ve sükûnu, güven içinde yaşamayı, diğer taraftan da milletlerarası barış ve güvenliği hedef tutar, ilke, hem iç politikanın, hem de dış politikanın temel dayanağıdır.
Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade eden Atatürkçülüğün bütünleştirici ilkelerindendir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” en geniş ve yaygın anlamıyla teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını da ifade eder…
Savaş, insanlara zarar verir. Savaş çevreye zarar verir. Öldürmeye geleni öldürmek gerekir. Bütün bu olaylar savaşın kaçınılmaz sonlarıdır. Savaş bu bakımdan iyisi olmayan bir şeydir. Her zaman zararları daha fazladır. Savaşın kazanılması ya da kaybedilmesi onun kötü olmasına etki etmez.
Savaş her yönüyle kötüdür. Atılan kurşunlar, patlayan bombalar, parçalanan cesetler, biten hayatlar, sakatlıklar, kimsesizlikler, kimliksizlikler, yalnızlıklar savaşın kaçınılmaz sonlarıdır. Savaşın olduğu bir yer de, haktan, hukuktan bahsetmek oldukça zordur. Savaş bir faciadır. Katliamın diğer adıdır. Bütün bunların savaşın iyisinin olmadığını gösterir.
Barış ise kötüsü olmayan bir olgudur. İnsanların huzurlu ve mutlu yaşamasında belirleyicidir. Bir insanın hayatının teminatı ancak barışın sağlanmasına bağlı olabilir. Toplumda birlik ve beraberliğin sağlanması, hak ve adaletin sağlanması barışın varlığına bağlıdır. Barış içinde insanlar sosyal ilişkilerini de geliştirme fırsatı bulabilirler. Bir toplumda bakıldığında barış varsa iyidir hoştur. Buna karşın bile nasılda tutulup barış kötüdür denilebilir ki?..
Barışın bu nedenlerle kötüsü olmaz. Barış her zaman kazandırır. En kötü barış şartları, insanların katledildiği savaşlardan daha değerlidir. Öncelikli olan savaşmadan barış yolunu seçmektir. Barış yolunu seçmek erdemli insanların işidir. Erdemli olmak da eğitimle ilgilidir. Barış değerlidir ve her şeyden önce gelir. Barışın korunması da sağlanması kadar değerlidir…
Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur. (Benjamin Franklin)
Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir. (François Fenelon)
Savaşta verilen ilk kayıp, gerçektir. (Aeschylus)
Savaş; korku ve sefaletten başka bir şey veremez. Yakar, yıkar, öldürür, yok eder. (Nazım Hikmet)
Hepimiz Güneş Sisteminde bulunan Dünya Gezegeni doğumluyuz. Kan rengimiz kırmızı. Aynı havayı soluyoruz.
Artık bilinçsizlik zindanından çıkıp hepimizin bu gezegenin ailesi olduğumuzu idrak etme zamanı…
Saldırganlık ve düşmanlıkla beslenen duygular insanın diğer gerçekliğinin karşıt yüzünü oluşturuyor. Bu gerçeğin karşı yüzünde barışçı düşüncenin çeşitli niyetleri bir kenara bırakıldığında barışçı düşüncenin kimi zamanlarda sekteye uğradığı söylenebilir. Farklı değerlendirmeler yapılıyor olsa da; genel olarak bakıldığında sanat ve edebiyatın bize bıraktığı miras ve birikim, sanatçının ve yazarın baskıya zulme ve savaşa karşı tavrını çok net olarak ortaya koyan örneklerle doludur.
Sanatsal duyarlılık, gelecek adına yaşamsal olan her şeyin korunmasını savaşa karşı barıştan yana olunmasında görür ve değerlendirir. Artık anlaşılmıştır ki barışı savunmak, yarını ve insanın geleceğini savunmaktır. Sanat daha iyi yaşama tutkusunun da kurgulandığı bir alan.
Bu yüzden ‘barış’ düşüncesi çağdaş sanatın ve sanatçının kafa yorması gereken bir olgu olarak gündemden hiç düşmüyor.
“Niçin Savaş” adlı kitabı okudunuz mu bilemiyorum ama. Bu kitap Albert Einstein ile Sigmund Freud’un yazışmalarını içerir. Bilindiği gibi savaş dönemlerinde, karanlık günlerin etkisiyle, insanlığı dünyanın başına musallat olmuş savaş belasından kurtarmanın yollarını arayan önde gelen aydınların çabalarına tanık oluruz bu kitapta. İşte bu uğraşların en kalıcı ürünlerinden biri de ‘Niçin Savaş’ adlı kitaptır…
Bu gün son sözü 20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olan Almanya doğumlu Birinci Dünya Savaşı’nda Alman militarizmini protesto etmek için İsviçre’ye yerleşen “Hermann Hesse” bırakalım…
“Sevginin nefretten, anlayışın öfkeden daha yüce, barışın savaştan daha soylu nitelik taşıdığı, bu mutsuz dünya savaşının, şimdiye kadar duyumsadığımızdan daha güçlü bir şekilde kafalarımızın içine kazınması gerekir.”
Ne güzel bir söz değil mi?.. dostlarım. Sevgi kokuyor buram buram, namluların ucunda açmış sevgi çiçekleri kokuyor… Ama şunu bilmekte de yarar var doğrusu; zulmün elindeyse namlular çiçek açmaz… Rabbim yaşamakta olduğumuz Ramazan öncesi, bu aziz mübarek günlerin yüzü suyu hürmetine kalbinde zulüm olan tüm insanların kalbinden zulmü silsin sevgi çiçekleri açtırsın…
Sevgiyle, sevdiklerinizle tüm kirlenmişliklerden uzak, mutlu gülen bir yüzle, sevin, sevilin, hayat sevince güzel… Atalarımızdan emanet aldığımız bu Vatanın sahipleri yalnızca bu Vatanı karşılıksız seve bilenlerdir…
Gönül soframdan gönül sofranıza muhabbet olsun… Mutlu, huzurlu ve sağlıklı, sevgi dolu bir gün geçirmeniz dileğiyle…
Savaşsız bir dünyada ve kardeşçe; hoş kalın, hoşça kalın, sevgiyle hep dostça kalın, bir yerlerde bir gün görüşmek ümidiyle…
#öskurşun#























