Kendini hislerinden arınmış ve hiçbir ivme yakalayamamış görüyordu. Bu açıdan yaprakların sararması onu ilgilendirmiyordu. Ona göre gün doğar ve bir zaman sonra da batardı.
Oynayan çocukların yanından geçip gider, onları görmez ve seslerini duymazdı. Adeta bir duygu boşluğu yaşıyordu. Çünkü ilgisini çeken hiçbir olay şu ana kadar gerçekleşmemişti. Bir toplumda yaşanan problem için, görüş sorulsa “o konulara karnım tok,” derdi.
Belki de karnı toktu ama önünü görüyor ve duyuyordu. Hissediyordu duygu fakirliğini ve paraya karşı içinde bulunduğu esareti.
Yıllar birbirine bu düşünce iklimiyle eklenemezdi. İnsanın içini kemiren atmosferi daha fazla yeşertmemek gerekirdi. Yaşanan anlayışsız ve gerilimli günleri geride bırakmanın bir anlamı olması gerekiyordu.
Duygusuz bekleyişler, bilgisiz geçen günleri daha iyi hâle getirmiyordu. Bilgi akışını kaybetmiş, vadiye yakın bir yerde su sıkıntısı için çırpınsa da sesini duyuramıyordu. Açlığına rağmen, yakınından bir şey bekleme hissine baş vurmayı da aklına getirmiyordu.
Kişi paranın esaretine girmişse, yakınlarını ele alıp parasal durumunu sorgulayabilir mi? Kendi ekosunu tatmin eden yönetici vatandaşın zor günlerini fark eder mi? Yorgun düşmüş ve mahkûm olmuş bir ruhun varlığını sorgulamak mümkün mü?
İnsanlar benzer olaylar karşısında, aynı davranışı göstermiyorsa, kişiler duygusal bir kayıp mı yaşıyor anlamaya çalışmalıyız. Yoksa düşünce sisteminde yani algılama da mı problem vardır.
Sistem gereği kendini üstün insan yerine koyanlar, söz konusudur. Çünkü üstün olma hırsı, çoğu zaman duygusallığın işlevsizleşmesiyle sonuçlanır. Bu durumdaki kişi karşısındakini hor görüyorsa kişilik bozukluğundan bahsedilebilir. Solmuş çiçek gibi, geri gelmeyeceği için renk yitimi kalıcı bir hâl alır.
İnsan kendini savunacak üç beş kelime bulabiliyorsa, bu kelimeler, kişiliğin zayıflığını da gösterse, sonuçta ağızdan çıktığından yapılacak bir şey kalmıyor. “Bir deli kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz,” derler.
Olayla ilgili sorunlara anlayarak cevap vermek, bilgi birikiminden kaynaklanır. Böyle bir birikime sahip değilsen, biliyormuş gibi başını sallamana gerek duymamalısın. “Ağzı var konuşuyor, kuralına uymamak gerekir.” Uymaz isen ileride düş kırıklığı yaşamazsın. Bilimin, sanatın geleceğine yansımasından anlamıyorsan, gösteriş için konuşmamalısın.
Sanatın değerini bilmezsen, masana koyacağın bir vazon dahi olmayacaktır. Konuşmanda sanat ve vazo kelimelerinin geçmemesi doğal olacaktır. Yüreğinde gülümseten bir his, gönlünde acıları yumuşatan bir anlayış ve de toplumun yararına bir hareket araman boşunadır.
Yüreğinde bir ateş ve geriye kalan bir kor var mı bilemez. Fakat bileceği; karnını doyurma ve susuzluk isteğidir.
Gözünü açsa ve kapatsa aynı renkleri gördüğünü iddia eder. Fakat gördüğü renkleri seçemez. Seçemez karşısındakinin kötü ruhunu, çünkü çocukça bir anlayış içerisindedir.
Sokakta kaldırım taşından daha sabit dururken, güneşin çarptığını söyler. Kişi beynindeki duyu sisteminin yarattığı hissizliğe çarpılmıştır.
Ruhun çöktüğünü böyle kişiler için söylemek zor olmasa gerektir.
Hasan TANRIVERDİ























