Bugün bayram. Kardan soğuk, ateşten beter. Duygularım buz kesmiş, sessiz çığlıklarımla baş başayım. Biçare gönlüm, açtı kanatlarını, oturdum özümle şahlanmış gövdesine gönlümün. Öptüm yelesinden, doladım kollarımı boynuna, haydi yolumuz Anadolu´ya!
Uçtuk; yağmur, kar, tipi, fırtına diyarlarından. Yükseldikçe yükseldik ağıta hazır bulutların üstünde. Dağları, ovaları, bilinmez diyarları aştık ve vardık mis kokularına Anavatan´ın. Seher vaktinden önce oradaydık. Ezan sesleri süslerken, mavi gelinlikli göklerini memleketimin, durduk, seyre daldık. Camiler tıklım tıklım. Avlulara taşmış seccadeler. Bir köşede yer buldu gönlüm, arka saflarda kıldı namazını birlikte. Tüm canlar aşk ile tek yürekti görünüşte…
Beklemekteydi o anda kurbanlar evlerde, bahçelerde. Çıt yoktu hiçbirinden. O ne sabır ve hikmet ki gecede kalmıştı yakarışlar. Kınalı kuzuların melemeleri kesilmişti birden. Kömür gözlü ciğerlerimin suskunluğu nedendi bilemedim. Karagözlü, alaca ve ak koyunlarımı sevdim birer birer can özümle. Yoktu tek bir direniş, sesleniş.
Yurdun bir köşesi kalmadı dolanmadığı kartal gönlümün. Hangi tarafa baksam, tir tir titriyordu bedenleri ak koyunlarımın. Kurbanlık danalarımızdan birkaçı nasıl da kaçıyordu can havliyle?
Geldi o beklenen an. Yaradan adıyla vuruldu boyunları. Kanları suya, toprağa karıştı. Etleri parçalanıp doğrandı. Poşetlerde dağıtıldı sokak sokak. Çoğu da buzdolaplarının soğutucularına yerleştirildi gelecek günlere. Ah bacım, ağam! Al gülüm ver gülümdü oynanan. Bayramlıklar giyildi. Eller öpüldü. Çocuklar sevindirildi güya. Köprü altları inliyordu oysa. Odalar çatlıyordu kahrından, yaşlıyı, fakiri, kimsesizi taşımaktan. Kavurma kokuları yakıyordu ciğerleri. Boşuna beklediler, umutlandılar. Yakarışlarla açılan elleri, gökleri deldi geçti iniltilerle. Görmediler, duymadılar, karnı tok olanlar, bayramı kutlayanlar…
Bayram sevinci sarmıştı gönülleri. Öylesine keyifli, öylesine ilgisizdiler yanı başlarında olanlara. Bîhaberdiler ağıt yakan göklerden. Sofralar kuruldu, kavurmalar sunuldu varsıldan varsıla… Diller süslü püslü sözcüklerle bayramı övdü. Zikredildi cömertçe (!) Yaradan. Bir döngü ki devridaim. Yüreğim iki büklüm, duygularım yıkık dökük, başım yana düşük ve can evim sırılsıklamdı dinmek bilmeyen yasımdan. Bayramsa çoktan hüzne döndü. Bilemediler, göremediler…
Ne dersin bilmem bu garibe, ama gören gözlerimden, duyan kulaklarımdan, hisseden ellerimden, koklayan burnumdan öte; gördüklerim, duyduklarım, hissettiklerim, kokladıklarım vardı. Yoksulların, yaşlıların, sokak çocuklarının, hastaların, kimsesiz ve yalnızların yakarışlarıydı bu kez zerrelerimde özümü yakıp kavuran.
Bayramı kutlayanlar yediler içtiler gönüllerince. Bayram küstü, büktü boynunu bilemediler. Yine aldandı onca canlar.
Bense gurbetin koynunda neler yapabileceğimi sayıkladım. Koltukta başım yana düştü, gözlerim yaşlı, içimde çaresizlikler, kendimi sorguladım. Asıl bayram nedir diye düşündüm. Kemikli bir parça eti dağıtmak ya da fakir fukarayı doyurmak mıdır bayram diye sordum kendime. Yoksulun daha da yoksullaştığı, zenginin daha da zenginleştiği bu düzeni kimler durdurabilir diye çareler aradım. Aradım aramasına da içine düştüğüm çıkmaz yollardan geri döne döne yine kendimle baş başa kalınca el açtım, kendimce yalvardım, kararlar aldım.
Asırlar öncesinde, ʺMal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? ʺ diyen Yunus Emre de aynı acılarla kıvranmış olmalı… Bayramı insanca kutlayanlara selam olsun.
Şükran GÜNAY’dan
Şükranca





















