Koyu renkli ve oldukça gösterişsiz giyinmişti ev sahibi hanım. Gelenlere telaşla yer ayarlamaktaydı. O sırada odaya giren Halise Hoca’ya saygılı tavırlarla odanın başköşesini gösterdi. Etekleri yerleri süpürecek kadar uzun olan Hoca’nın başörtüsü çenesini içine alacak kadar sımsıkı sarılıydı. Kendine ayırtılan yere oturduktan sonra derin bir nefes aldı. Arada bir görünen kınalı elleriyle konuşurken çenesinin açılmasını engellemek için örtüsünü tutarak “Selamun Aleyküm!” deyip çevresindekileri selamladı.
Salondaki koltuk ve sandalyeler dolunca, kendine yer bulamayan hanımlar, halının üzerine diz çökerek yan yana oturdular. Mevlüdü huşû ile dinlemeye hazırdılar. Manevi açlıklarını hocanın güzel sesinden mevlüt ve gazel dinleyerek giderecek, ibadet borçlarını eda edeceklerdi. O sırada desenli ve açık renkli giyinmiş olan hanımlar Halise Hoca’nın dikkatine takıldı. Onlara önce tek tek baktı, ardından gayet yumuşak bir üslûp takınarak:
“Allahü Teala ayeti kerimelerinde buyurdukları gibi tesettür siyah renkli olmalıdır hanımlar” dedi. “Ayetlerin gizli şifreleri vardır. Bu şifrelerin birinde kadınların kara kargalara benzemeleri isteniyor.” dedikten sonra açık renkli giyinmiş olan hanımlara: “Böyle renkli giysilerle tesettür kabul olunmaz. Siz örtündüğünüzü zannetmeyin! Hak Tealâ tarafından yeryüzünün en hayâlı hayvanı olan kargalar bize örnek gönderilmiştir. Çiftleşmek için tenha yerleri seçer o mübarekler. Siyah renkli olmaları onların haya ve edep duygularının göstergesidir. O yüzden iffetin temsilcisi olan kadınların da kargalara benzemesi gerekiyor” dedi.
Hoca konuştukça kendine çekidüzen vererek “estağfurullah” çekenlerin hışırtılı sesleri artmaya başlamıştı. Hanımların mahçubiyetleri arttıkça, Halise Hoca’nın da istekleri artıyordu:
“Terlik ve pabuçlarınızı çıkartın hanımlar!” dedikten sonra, “Saçlarınızı kıymetli hazineleriniz gibi saklayın!.. Başörtülerinizden bir kıl bile gözükmesin! Kuran’ı Azimüşşan’ı ellerinizi göğsünüze bağlamadan dinleyin! Allah muhafaza melekler inemez, İnebilmek için beklemekten kanatları yorulur ve Allah muhafaza okumalarımız mekruh olur! Allahü Teâlâ hazretleri meleklere saygı gösterilmesini emrediyor. Bilirsiniz yüce dinimiz kıldan ince kılıçtan keskindir…”
Komşusunun daveti üzerine orada bulunan Ayşe ilk defa katılıyordu böyle bir toplantıya. Halise Hoca’nın bu sözlerini duyunca gözlerini onun üzerine dikerek düşünmeye başladı. “Pabuçların ve saç telinin gücü neymiş meğer; uçak savar gibi meleklerin inmesini önlüyor, vay bee!” dedi içinden. “Ne güçlü şeylerimiz varmış da haberimiz yokmuş” deyip alaylı bir bakış fırlattı. Ayşe’ye göre Halise Hoca’yı saygı ile dinlemeye hazırlanan bu hanımlar bankaya hesap yatırıyor gibiydiler. Ahiretlerine yatırım yapma planı ile hayaller kuran hanımlar terliklerini çıkartarak, saçlarını örtünün altına saklayarak, mevlüd ritüellerini yerine getiriyorlarken neler hayal ediyorlardı kimbilir!… Altlarından şırıl şırıl akan ırmaklar, huriler, periler, gılmanlar, altın tas ve tabakla sunulan cennet yemişleri ve daha neler…
Söylenilenleri yapmazlarsa cayır cayır atılacakları alevlerin arasında bedenlerinin lime lime eriyişleri geliyordu gözlerinin önüne, ve derinden “estağfurullah!” çekiyorlardı.
Ayşe’ye göre insanların bir kısmının düşünme ve mukayese etme yeteneklerinin olmaması sonucu ortaya çıkan acınası vahim tabloydu bu duydukları; sessizce seyretti onları.
“Akıl ne için yaratıldı?” diye düşündü.
Ayaklarına giydikleri terlik veya ayakkabıları Halise Hoca’nın komutu üzerine birer suçlu edasıyla çıkartan hanımlar mahcubiyet içinde kendilerine çeki düzen verdiler. Büyük bir günahtan kurtulmuşçasına ayaklarını çıplaklaştırıp saçlarını sıkısıkıya sakladıktan sonra Kuran ve ilahi dinlemeye hazırdılar. Kadınların kabul günlerine giderken elbiselerinin estetiğini tamamlamak amacıyla çantalarında taşıdıkları ayakkabı ve terlikleri, bugün günah listesine alınmıştı bu hanım tarafından.
Ayşe’nin ayağından terliğini çıkarmadığını gören Halise Hoca, elindeki kitaba başlamak üzereyken, ona ayaklarını işaret ederek uyardı ve çıkarmasını istedi.
Bu uyarıya başkaldırı edasıyla Ayşe cevap verdi:
“Ben çıkarmak istemiyorum. Günahı varsa bana yazılsın, kabul ediyorum.”dedi.
İsyankâr tavrın karşısında kendisini ikna memuru olarak gören Halise Hoca:
“Yüce Allah’ın huzurunda, onun kutsal kitabının ve sözlerinin yâd edildiği yerde sizi saygıya davet ediyorum!” dedi.
Ayşe sakin ve alaylı bir ses tonuyla:
“Yani siz, okumalarınız bittikten sonra Allah’ın huzurundan çıkıyor musunuz?” dedi. “Ben Allah’ı sadece burada değil, yirmi dört saatin içinde her ânımda yâd ediyorum. Onu anmak için özel tören beklemem ben. Her tür kıyafetin, hareketin, zamanın, mekanın içinde onu saygıyla, hürmetle, tefekkürle anmayı beceriyorum. Ev ayakkabımı çıkararak değil, kalbimi açarak ona ulaşıyorum”dedi.
Ayşe’nin annesi bir Hoca’ya bir de kızına baktı ve Ayşe’ye doğru uzanarak :
“Gene profesörlüğe başlama Ayşe! Bunlar Allah’ın emri, onun dediği yapılır. Çıkar terliğini!” diyerek kızına çıkıştı.
Ayşe annesine aldırmadan devam etti:
“Eğer, ayakkabılar eve mikrop taşıyabilir, sağlığımız için zararlıdır deseydiniz, sağlığa zararlı olan şeyler dinimizce haramdır deseydiniz veya hem içeriye hem dışarıya ayrı ayrı ayakkabı taşımak israftır deseydiniz hemen çıkartırdım. Beni meleklerle tehdit ettiğiniz için çıkartmıyorum” dedi.
Ayşe, çevresinde oturanların onun daha fazla günah işlemesini önlemek istercesine dürtmelerine aldırış etmeden devam etti:
“Melekler için hem insan üstü varlıklar ve cinsiyetleri yok diyorsunuz hem de onları yormamak için ayakkabılarımızı çıkarıyoruz, üstelik şehvetlerinden korunmak için saçımızın bir telini bile onlara kapatıyoruz. Bu ne büyük bir çelişki, bu ne biçim tezatlık? ” diye itiraz etti.
Salonda fısıltılı bir sessizliğin ardından başlayan tartışmalar uzadıkça uzadı. Herkes bayan hocanın tarafını tutarak günah işlememe gayretindeydiler. Bunun üzerine Ayşe yavaşça yerinden kalkarak salonu terk etti. O ayrıldıktan sonra, Halise Hoca pişkin tavırla, tatlı tebessümünü bozmadan diğerlerinin gözlerine teker teker baktı. Başını sallayarak “Allah ıslah etsin, kör nefis kör şeytanın tuzağında maalesef! Allah korusun bir anlık gaflet insanı dinden çıkartıyor gördüğünüz gibi” dedikten sonra duasına başladı.
Ayşe merdivenlerden hızlıca inerek kendi evine girince derin bir nefes aldı. Doğruca banyoya girdi. Lavabo önünde durup aynaya baktı. Gözlerinin içi kızarmış, yanakları alev alev yanıyordu.
“Allah’ım şükürler olsun ki, aklım ve muhakeme gücüm var ve seninle kendi dahili yürek hattımdan konuşuyorum. Aramızda ne bir kimse, ne bir pabuç ,ne de bir çaput var şükür ki… Bu insanlar niçin taassuplara, hurafelere, üfürüklere, uyduruklara çabucak kapılıyorlar?.. Kendini hacı hoca zannedenler habire bir şeyler uyduruyor, uydurduklarına da dönüp önce kendileri inanıyorlar. Bir tür şizofren mi bunlar yoksa? Eğer bunlar şizofrenseler, bunlara inananlara ne demeli?” diyerek hem söylendi hem de gerginliğini atabilmek için yüzünü suyla çarpa çarpa yıkadı.
Asuman Soydan Atasayar





















