Kardeşimle deniz sefamızı neşeyle bitirdik. İlk defa kısa zamanda bu kadar çok balık avladık. Oltayı atmaya yetiştiremedik. Balıkçı ağabeyi; Balık yemlenmeye geldiğinde sürü hâlindedir. O sürüye rastlarsanız, avlanma şansınız artar demişti.
Kardeşim çok balık yakaladığında, “Balık kervanı” diyordu. Hava sakindi. Sis uyuya kalmış ve dağ da rüzgârını göndermeyi unutmuştu. Böyle bir güzelliği herkesin saat hesabı da olsa yaşamasını isterim. Kardeşime “Deniz suyunun berraklığına bakar mısın?” dedim. Kardeşim, bazıları bu güzellikten ne anlar dedi ve güldük.
Balıkları poşete koyduk ve botu kenara çektik. Korkumuz dalgaların uyanmasıydı.
Köy yoluna döndük, kardeşime “Dur” diye bağırdım. Arabayı çekti ve dışarı çıktık. Derede suyun içinde bir çocuk yatıyordu. Başını un torbasının üzerine koymuş, soluklanıyordu. Heyecanımız ve de korkumuz tavan yaptı.
Dereye atladık ve çocuğu tuttuğumuz gibi dışarı çıkarttık.
Nasılsın, iyi misin? Bir tarafın ağrıyor mu? Başın dönüyor mu?
Çocuk, bir yerim ağrımıyor. Biraz başım dönüyor, dedi.
Kardeşim kahvaltı ettin mi? diye sordu.
Çocuk, etmemekle hata yaptığını anladığı için, başını salladı. Değirmene koştum, değirmenciye biraz önce ayrılan çocuk dereye düştü. Çıkarttık ama ekmek ve su al gel dedim. Değirmenci geldi çocuğa ekmek ve peyniri verdi, suyu içti ve kendine geldi.
Çamurdan kaçtığını, kenardaki otların altının boş olduğunu anlamadığını ve dereye uçtuğunu söyledi. Suya un torbasının başını altına denk gelecek şekilde çarptığı için bir şey olmadığını söyledi. Çocuk su içinde yarım saat kalmıştı. Ona gömleğimi giydirdim. Değirmenciden beş kilo daha mısır unu aldım.
Kardeşim, onu ayağa kaldırdı. Hareket ettirdi. Hastane yakınken götüreyim, doktor görsün dedi. Çocuk ekmeği yedikten sonra başım dönmüyor dedi. Değirmenci, “İnşaatta taş taşıyor, katlara çıkartıyormuş,” dedi. Kardeşim “Evine bırakalım,” dedi.
Çocuğun ayağa kalkmaya hâli yoktu. Kardeşim, “Dereye atlama yarışında birinci gelirsin,” dedi. Hep beraber güldük. Çocuk on altı yaşında ama taş taşıdığı vücudunun yıpranmasından belli oluyordu. Yüzü güneş yanığı idi. Sırtındaki eski gömleği yıpranmıştı.
Korkmuş ürkek gözlerle bakıyordu. Kardeşim “Yavrum bir isteğin varsa çarşıdan alırız,” dedi. Çocuğu koltukta gazete üzerine oturttuk ve eve çıktık. Balıkları bıraktık. Çocuğa gömlek, tişört, pantolon ve ayakkabı verdik. İkişer tane büyük küçük bir çuvala doldurduk.
Çarşıdan geçerken de ekmek istedi, ekmeğini de aldık. Evine bıraktık. Un çuvalını, eşyaların olduğu çuvalı, ekmeği bıraktık ve geri döndük.
Yolda kardeşim, bir daha bizim derenin içinde yatma, orası bizim sahiplenme diye şaka ettik. Niçin okumadın diye de kızdık.
Anası demiş ki oğlum kimler seni kurtardı. Tanımıyorsan niçin sormadın. Bir gün bizi parkta gördü, “Kim olduğunuzu anneme söyleyeceğim,” dedi.





















