Stefan Zweig’in; şiir, öykü, roman, biyografi, deneme, monografi gibi çeşitli türlerde kaleme aldığı çok sayıda eseri bulunmaktadır. En bilinen kitaplarından biri ise “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu” dur. Eser, görsel sanat dallarının da ilgisini çekmiş ve 1948 yılında beyaz perdeye uyarlanmıştır. Sonrasında çeşitli tarihlerde versiyonları yapılmış, 1975 de ise tek kişilik oyun olarak operaya adapte edilmiştir.
Çocuk yaşlarından itibaren aşık olduğu adama olan sevgisini anlatan bir kadının yazdıkları kitabın konusunu teşkil etmektedir. Platonik çocukluk aşkının bir yetişkin aşkına dönüşmesi ise mektubun ana temasıdır. Çocuksuluktan yetişkinliğe, kadınsılıktan çaresizliğe doğru yol alan dönüşümle, saplantılı bir aşkın hayatın gerçeklerine eklemlenmeye çalışılması detaylandırılmıştır. Çocuk masumiyetindeki aşkın acısıyla yetişkinlikteki tutkulu aşkın acısı arasındaki farklara tüm ayrıntılarıyla yer verilmiştir.
Kitapta; tutku, aşk, saplantı, melankoli, ölüm gibi temaların işlendiği kitap, karşılıksız bir aşkın yaşatabileceği yıkımı gözler önüne sermektedir. Ruh dünyasını ve varlığını platonik aşkı üzerinden şekillendirmiş bir kadının psikolojik durumunu böylesine incelikli anlatanın bir erkek yazar olması dikkat çekicidir. Bu durum, yazarın cinsiyet ayrımı gözetmeksizin insan psikolojisine dair derin birikiminin aynası gibidir.
Avusturya kökenli Zweig, Nazilerin Avrupa’ya yayılmasından korkarak farklı ülkelerde yaşamış bir yazardır. En son Brezilya’ya yerleşmiştir ve yaşadığı büyük korku sebebiyle eşiyle beraber intihar etmiştir. Eserlerinin pek çoğunu bu korkunun gölgesinde kaleme alan yazarın, yoğun bir şekilde hissettiği umutsuzluktan olacak; üstü kapalı veya aleni şekilde intihar ve ölüm psikolojisini sıkça kitaplarına konu etmiştir. “Bir Çöküşün Öyküsü” ve “Amok Koşucusu” adlı eserlerinde olduğu gibi “Bu mektup sana ulaştığında ben hayatta olmayacağım.” cümlesinin bulunduğu bu kitabının da intiharla son bulduğuna işaret etmektedir.
Kitabın bir kadın bir erkek iki başkarakteri vardır. Yıllar boyu sevmiş olduğu adama hayatının özetini bir mektupla bildiren kadının adı hiçbir satırda yer almaz. Erkek başkarakterin adı ise sadece “R” harfi ile anılır. Yani okuyucu onun da adını bilmez. Hatta bu hikâyede ilginç olan bir nokta ise; başkarakterlerden erkek olanın rolünün büyüklüğünden ve öneminden haberdar olmayışıdır.
Kolay okunsa da unutulması oldukça zor olan eser, okurun aşkın niteliğini sorgulamasına sebep olmaktadır. Tek taraflı yaşanan bir aşkın inanılmaz yıpratıcı hüznüyle “Böylesi bir aşk var olabilir mi?,” “Bir insan böylesine sevilebilir mi?”, “Bir hayat hiç tanınmamış birine adanabilir mi?” gibi soruları akla getirmektedir.
Marjinal karakterler tasarlayarak onların ruh dünyasını anlatmakta usta olan Zweig, “mektup” un farklılaşan bir formda kitaplaştırabileceğinin en güzel örneklerinden birine bu eserinde imza atmıştır. Bazı yerlerde insanın içini acıtan, bazı yerlerdeyse insanın içini ısıtan bir kitaptır “Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu.” Eğer aşk diye bir şey varsa o aşk bu kitabın içindedir.
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Stefan Zweig
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
31 sayfa





















