Ev, evim, şimdi daha iyi anlıyorum ki sığınağım, tapınağım, yurdum, yuvammış… Öyle özledim ki… Yarın dönüyorum. Bir haftada bu kadar değişebilir mi insan, bu kadar derin bakabilir mi? Anlayabilir mi? Herşeyi değil ama çoğu şeyi? Herkesi değil ama pek çoğunu? Duyguları, açlıkları, yaşanmamışlıkları, yaşanmamışlığın farkında bile olmayanları, çaresizliği, elinden tutulmayacağını bilen kadının bulunduğu yeri koruma savaşını, yırtıcılığını… Eksik kalan sevgileri, verilmeyen sevgileri, verilmeyi bekleyen, nasıl verileceğini bilmeyen sevgileri…
İyice filozof oldum ben de, yani. Ben buraya düşünmeye gelmedim ki, paramı alıp çatır çatır yemeye, halka sempatik görünmeye geldim. Bir iki bikinili mayolu poz, sırada beklerken, yemek yerken çekilen birkaç fotoğraf bunun için geldim ben. Sevecek bebek de bul demişlerdi ama yanında babası olan bebekleri sevmeme zaten izin vermedi anneleri, adamı da bebeği de kapıp gittiler. Yanında annesi olmayan bir bebeği tutmaya çalıştım, beceremedim ağlattım. Bebekli poz veremedim yani. Tavla, okey oynayacak kadar kimseyle iletişim kuramadım, kurdurmadılar öyle bir pozum da yok. Param eksik kalacak. Çok değil birkaç gün önce çıldırırdım ama şimdi çıldırmaya mecalim mi yok, isteğim mi bilmiyorum. Tek düşüncem gider gitmez sevgilimden ayrılmak. Çünkü ne ben onu tanıyorum ne de o beni. Sadece ekranlarda birbirimize çok yakışıyoruz o kadar. Neyi sever, neye kızar onu bile bilmiyorum. Ve evet işime dört elle sarılmak, çünkü beni ayakta tutan oymuş. Çok çalışıyorum diye söyleniyordum ya, iyi ki işim var da çalışıyorum. Ha bir de artık har vurup harman savurmam. Bir elbiseye öyle binlerce lira vermem, yatırım yaparım, yaşlılığıma. Yani sadece maddi değil her türlü yatırım yaparım yaşlılığıma. Bu kamptan öğrendiğim bir şey varsa, o da kendine tutunarak ayakta kalman gerekliliği. Ne popülarite, ne eş…
Yaşın azıcık geçince nasıl ki kocalar genç kadınlara bakmaya başlıyorlar, sektörde de yerini hemen kapıyorlar. Gençlere taş çıkardı başlıkları falan hikaye, ne zamana kadar taş çıkarabilirsin ki zaten?
Güçten düşünce bir iki yerde çıkabilirsen çıkarsın onda da hala çok güzel şarkılar söyleyebilsen de, elbisenden bahsederler, makyajından, dekoltenden. Çünkü bilirsin ki, dekolten, pörsümemiş vücudun olmasa ekranlarda asla sana sıra gelmez, hakkında iki satır yazılmaz.
Müberra da böyle miydi acaba? Gerçi kocası yoktu ama annesi vardı, kardeşleri… Hiç sesini çıkarmaz ne istesem yapar. Kişiliksizliğinden sanırdım meğer çaresizliğindenmiş, eve üç kuruş götürebilmek içinmiş. Annesi geçen yıl ameliyat olduğunda nasıl da burnundan getirmiştim o bana aitti, benim hizmetimdeydi. Beni bırakıp gidemezdi, annesine de başkası baksındı. Benim tüm düzenimi, tüm işimi o biliyordu. Yaşlı bir kadın yüzünden alt üst olamazdım. Ne kadar da alttan almıştı, gece gündüz bir annesine bir bana koşturmuştu da yine beni memnun edememişti.
O ,adeta bir nesneydi benim için, hiç düşünmemiştim bir insan olabileceğini. Yani işte, işlerimi düzene koyuyor, herşeyimi hazırlıyor, beni rahat ettiriyordu. Sanki bana özel tasarlanmış, benim için yapılmış, kurgulanmış bir makine. Düşünüyorum da bu kadar koşturmanın içinde acaba onun kalbini de hızla çarptıran biri olmuş mudur, hiç kadınlığını hissetmiş midir, ayna karşısına geçip kendine alıcı gözle bakmış mıdır, yoksa eviyle benim aramda sürekli salınan bir sarkaç gibi hep belirli midir hareketleri, yapacakları, yaşayacakları?
Dedim ya iyice filozof oldum. Bunlar benim için derin konular, daha önce var olduğunu belki okuduğum birkaç kitapta gördüğüm şeyler. Hem canım zaten o kitaplarda da kadın ne yaşarsa yaşasın mutlaka aşkı buluyor, mutlu sonuna ulaşıyor. Bir şeyler oluyor, çeşitli üzüntü ve çileler çekiyor sonra onu o hayattan çekip çıkaran, sevgisiyle sarmalayan bir adam illa ki ortaya çıkıyor. Kadın o aşkla yeniden doğuyor, yaralarını sarıyor, eski günlerini unutuyor falan. Kadın kesinlikle çekici, çok iyi kalpli, çok sabırlı ve fedakar oluyor. Ve sonuçta sevmeyi bilen bir adamla da ödüllendiriliyor. Çekici olmayan, sabırsız ya da kompleks sahibi kadınlar da ya üzgün ve yalnız ya da yenilmiş olarak köşelerinde oturuyorlar.
Yani illa ki kadını yine bir adam kurtarıyor yani illa ki o kadın da kurtarılmaya değer oluyor.
Hakikaten var mı ki öyle kurtarıcılar? Kıyıda köşede, pusuda kurtarmak için bekleyen? Sınırsız sevgi verebilen, sevmeyi öğrenebilmiş? Hiç sanmıyorum. Görüyorum yani, genellikle cinsellik peşinde koşan adamlar, yaşları kaç olursa olsun, hele bir de paraları varsa… Rahat yaşamak, kolay şöhret uğruna kabul edenler de var ama bilmem ki ne hissederler o adamla birlikteyken. Aman, düşündüğüm şeye bak, ne hissedecekler, nerede yerim, nerede gezerim?
Dedim ya bu kadar düşünmek fazla bana…
…
Vee işte döndümmm… Yeniden kamareraların karşısındayım. Dudaklarımda bir gülümseme.. Tamamıyle öğretilmiş üstünde saatlerce çalışılmış bir gülümseme… Hararetli hararetli anlatıyorum… Sesimi duyuyorum, ay diyorum çok mutluydum halkla içiçe, halkım şahane, hepsini tek tek öpüyorum, tek tek selamlıyorum… Ama içimde diyorum ki, vay be ne yolculuktu, ruhumun hiç girmediğim koridorlarında turladım, orada küçük Selma’ya rastladım. Onun çırpınışlarını, Nilden olabilmek için vazgeçtiklerini, vazgeçilmelerini, yırtınışlarını, sahte dostlarını, çocukluğundan kalma bir avuç anıyı, unutmaya çalıştıklarını, unutamadıklarını, unutması gerekenleri, içinin ağladığı ama yüzüne kocaman bir gülümseme yapıştırdığı günlerini, pişmanlıklarını, hırslarını, küçücük ışıltılar halinde mutluluklarını…
Sadece para için gittiğim şu bir hafta bana neler de düşündürdü, neler kattı, neler getirdi, neler götürdü… Sadece bir hafta… İyi ki de gitmişim. İyi ki de yapmışım. Artık kendime daha güvenliyim hayata daha bir tutkuyla bağlıyım daha çok anlamaya çalışıyorum, daha affedici ve merhametli olabileceğimi damarlarımda hissediyorum. Selma’yı Nilden’in içine gizleyip ne kadar da harcamışım? Oysa o duyguluydu, hissederdi, sevebilirdi, önemserdi, yüreği acımayı bilirdi hem de çok iyi bilirdi. Gerçi onunki de biraz fazlaydı sanırım. Selma’nın hassasiyetiyle bugünkü yerime asla gelemezdim. Şimdi kolları sıvayıp bu ikisinden tek kişi çıkarma zamanı… Ne Selma kadar yufka yürekli ne Nilden gibi duyguları unutmuş… Ne Selma gibi güneş görür görmez, ardını düşünmeden kolayca açan bir tomurcuk ne de Nilden gibi kayalıklarda biten yekpare bir çiçek…
…..
Bu arada benden duymuş olmayın, bu macera bana öyle iyi geldi ki, hiç yapmadığım bir şey yaptım. Kazandığım paranın bir kısmıyla Müberra ve annesini tatile gönderdim. Yani hepsini verseydin dediğinizi duyar gibiyim ama değiştiysek de bir Haluk Levent olmadık…
Hepinize kendiniz olabileceğiniz ve kalabileceğiniz sağlıklı günler dilerim.

















