Her şey Hasan’ın yüzünden. Neymiş efendim halka karışmak lazımmış, halk kendisinden olmayan, kendisine dokunmayanı artık sevmiyormuş. Ünlü şarkıcı olarak, onlarla birlikte bir tatil yapsam oo flaşlar patlarmış. Yok efendim Paris’e, Miami’ye gitmedi, Barcelona’nın yüzüne bakmadı, Como Gölü kenarında kendisini bekleyen George Clooney’i reddetti… Hakkımda sürüyle haber çıkar, birkaç ekstra kaparmışım. Hele ki tatil yerinde bir iki bebek mıncıklar, yaşlılarla sohbet edersem, bir iki el de tavla atarsam tamammış bu iş.
Başlangıç çok şaşaalı olmuştu. Gazetelere, dergilere, televizyonlara, internet habercilerine kısacası hakkımda haber yapabilecek herkese üstüne basa basa duyrulmuştu. Kameraların karşısına geçip halkı ne kadar sevdiğimi, onların seçimlerine ne kadar güvendiğimi, birlikte tatil yapmanın beni inanılmaz heyecanlandırdığını söylemiştim.
Gittiğim yer ve kimliğim gizli tutulacaktı, tatil bitiminde duygularımı, fotoğraflarımı paylaşacak epey de nemalanacaktım. Bunun için birbirini yiyen magazincilerden biriyle yüklüce bir fiyata anlaştım. Keyfim oldukça yerindeydi.
…
Bir devlet dairesinin kampıydı gittiğim yer. Odaları eskice, musluğu akıtan, küçücük dolapları olan. Gerçi yardımcım Müberra, dolapların yeterli olduğunu benim çok giysi getirdiğimi söyledi ama neyse canım, ben de her ne kadar halkın içinde olacaksam da Nilden’dim yani. Kamp yetkililerine benim ben olduğum söylenmemiş, herhangi biri gibi girmiştim kampa, anlaşma uyarınca.
Eşyalarımı taşıyacak kimseyi bulamadı Müberra, oflaya puflaya bir kısmını kendisi taşıdı, bir kısmını da odanın küçüklüğünü görüp sinirlenerek geri gönderdim. Üf odanın küçüklüğü yetmezmiş gibi bir de, Müberra ile birlikte aynı odada uyumak zorunda kalacaktım. Bir metre ötemde yatacak ve onun soluduğu aynı havayı ben de soluyacaktım. Iyyy, uyurken nefesini benim ortamıma saldığını, hatta biraz terlediğini gördüm. Olamaz ya, işte buna katlanamam, apar topar geri gönderdim kızı. Tamam iyidir, hoştur, saygılıdır falan ama olmaz ki, bir metre uzağımda , ayyy yani.
Buradaki adım Selma oldu, laf aramızda gerçek adım da zaten bu. Gerçi şimdi eskisi kadar moda değil isim değiştirmek ama olsun ben Nilden’i seviyorum, daha havalı gösteriyor beni. Ailemi de… Yani bana bu ismi verdilerse biraz daha kentli olmalılar değil mi?
…
Kahvaltı sırası… Önce her zamanki gibi Müberra hazırlayıp, yatağıma getirecek sandım ama dakikalar geçti yok, bir hışımla göz bandımı çıkarıp, Müberra’ya seslendim ama nerdeee… Birden dün akşam geldiğim odada buldum kendimi, yalnız, yardımcısız. Güç bela giysilerimi giydim. Yine yalnız ve yardımcısız dışarı çıktım, ay bu ne güneş, ne sıcaklık, insanı kavuruyor vallahi. Müberra hemen şemsiye, hemen beni ferahlatacak bir şey… Üff yok ya bu kız. Kavrula kavrula, kahvaltıya gittim, bu ne kalabalık, çoluk, çocuk, bağırış, çağırış, gürültü… Oturacak yer, ha şurada var.
– Hanımefendi orası olmaz
– Neden
– Ben tuttum burayı
– Aa yer mi tutuluyor?
– Tutarım tutmam sana ne?
– Ama…
– Aması maması yok, hem sen teksin nereye olsa sığışırsın
Ben koskoca Nilden sığışacağım he, hemen Hasan’ı arıyorum
– Hasan, burada kahvaltı için bir masam hatta sandalyem bile yok
– Oralar öyle olur
– Ne demek ya, öyleyse ben dönüyorum böyle rezalet görmedim
– Dönemezsin
– Dönemezsem bile bana güzel bir otel ayarla
– Olmaz
– Sen ne hakla bana olmaz diyorsun?
– Bir hafta kalmazsan, maceralarını satın alan magazinciler ödedikleri parayı geri aldıkları gibi yüklü bir de tazminat ödersin. Ne yap ne et kal orada.
– Ay nasıl kalırım be, ben burada dikilirken, kadın tepsideki tüm simitleri çantasına boşalttı. Biri mama sandalyesindeki bebeğe poğaçadan, yeşilliklere kocaman bir tabak yapmış, bebek bile görünmüyor.
– Ya boşver
– Hem ben burada ne yiyeceğim Allah aşkına, kalori hesabım, özel pişirilmiş omletim…
– Tamam tamam dayan işte birkaç gün
– Ama ben… Aaa kapattı manyağa bak… Tekrar ararım ben de, açsana ya hadi aç… Üff neyse aç aç hiç kavga edilmiyor, şurda bir yer boşalmış, birkaç lokma bir şey yiyeyim bari.. Allahım bu yağları akan poğaçalar, sıcaktan erimiş peynirler, üstüste dizilmiş birbiriyle alakasız yiyeceklerle dolu yarısı yenmiş tabaklar… Aaa meyve var bak, onlardan atıştırabilirim. Meyve tabakları, meyve tabakları nerede ya?
– Hanımefendi meyveler bitti
– Ama tüm masalarda yığılı duruyor
– Alıyorlar, yemiyorlar, biz ne yapalım masalardan geri mi toplayalım?
– Yok toplamayın da yani, herkes yiyeceği kadar alsa…
– Oldu, görürsem söylerim
(- Karıya bak la, sanki milleti biz eğiteceğiz, evlerinde yapmadıkları her şeyi burada yapıyorlar, yığın yığın yiyecek alıp masalara bırakıyorlar, bize de saatlerce temizlemesi kalıyor. Benim evde yavrum muz yiyemezken burada çürütüp çürütüp atıyorlar. Sonra da gelip bana hesap sormuyorlar mı? Gel de şuna sinirlenmeden, mantıklı bir cevap ver. Kimbilir bu neleri yığıp, ziyan ettin bugün?
– Niye söyleniyorsunuz beyefendi?
– Söylenmiyorum taktik veriyorum, erkenden gel doldur tabağını istediğini ye
– Yani zaten herkesin yiyeceği miktar belli değ… Tamam canım söylenmeyin…
– He tabi, ben yığdım zaten o kadar yiyeceği masalara…
…
– Allahım ya, akşam daha beter, kuyruğa bak taaa nerede, öğlen de bir şey yemedim, açlıktan bayılacağım. Ayakta bekleyecek halim de hiç yok. Ha işte, bir bu eksikti, anlaştığım magazinciler beni gizlice çekiyorlar. Of ya, bari güzel bir poz vereyim. Açlıktan yıkılacakmış gibi değil de sanki tüm kampı fethetmiş gibi. Evet bacağımı biraz uzatıp, dudaklarımı büzsem… Stüdyo ortamı olacak ki ah, ışıklar, makyaj, hileler… Neyse canım Allahtan doğal güzelliğim de yerinde. Biraz saçlarımı savursam mı?
– Ay bunlar da ne fena bakıyorlar ya, poz veriyorum işte ne olmuş.
Arkamdaki kara kuru herif; -Abla, abla açlıktan fena oldun herhalde
-Niye ne oldu ki?
– Kendi kendine bir triplere girdin de?
– Ne alakası var? Sıramı bekliyorum şurada
Adamın karısı pek de aksi bir şey, bağırarak araya giriyor “Aman bırak şunu be, ne uğraşıyorsun kendini bir şey sanacak”
– Afedersiniz de…
– Ne afedersini ya… Git bacım, kafana güneş geçmiş herhalde sırada tuhaf tuhaf hareketler, ilgi çekmeye çalışmalar…
– Ne ilgisi?
– Ne bileyim yalnız gelmişsin, buradan birilerini bulurum umuduyla herhalde
– Ne? Ne umudu?
(Hayda! Kadın ellerini beline de koydu)
– Bana bak senin gibileri bilirim edebinle bekle, milletin kocasına sataşma
– Ne kocası ya…
(O kara kuru herif mi? Benim sevgilim en yakışıklı en ünlü, senin kara kuru kocana mı kaldım demek isterdim ama ah bu tazminatın gözü kör olsun)
(Bir kelime daha etsem kadın saçımı, başımı yolacak, en iyisi çekip gitmek ah bu tazminatın gözü bir kere daha kör olsun)
– Ay tamam çıkıyorum sıradan ne yaparsanız yapın
– Hah şöyle yola gel
…
– Üf ya açım ne yesem, bir şey de yok ki burada tost adını verdikleri kuru ekmek arasına köpürmüş bir şey sürdükleri bir şey var, yiyemem ki. Neyse kapanmasına yakın gideyim bari yemekhaneye…
…

















