Roma, Bizans ve Latin imparatorluklarının başkenti olan İstanbul köklerinde barındırdığı bu enerji ile tüm zamanlarda müziğin başkenti olmuştur. Fatih’in İstanbul’u fethi ile başlayan yeni dönemde, müzik konusunda söz sahibi olmuş ülkelerin ve de fethedilen ülkelerin müzisyenleri İstanbul’da toplanmıştır.
Saray kendi bünyesinde musikiciler yetiştirdiği gibi saray dışında yetişmiş olan musikicileri de; ya sürekli olarak kadrosuna almış ya da sarayda düzenlenen küme fasıllarına katılmaları sağlanmıştır. Böylece müzik her dönemde gelişme göstermiş ve imparatorluğun müzik dalındaki kültürel gelişimi süreklilik kazanmıştır.
Birçok doğu halkının müziğinde olduğu gibi Türk müziğinde de hoca talebe çalışması ile eğitim verilmiştir. Bu eğitim tekniğinin özünde defalarca tekrar vardır. Hafızaya alınan eserler meşk yolu ile sonraki kuşaklara aktarılırken mekân: meşkhane, mevlevihane, Enderun’dur.
2.Murat’ın kurduğu Fatih ve 2.Beyazıt’ın geliştirdiği mükemmel saray üniversitesi olan Enderun’da, müzik konusunda üstad kabul edilen hocalar ders verirken Fatih döneminde saray çalışanları kadrosunda sazende ve çalgı yapımcıları görev almıştır.
Müziğin ayrılmaz bir parçası olan dans eğlencelerin vazgeçilmez bir parçası olmuş, dansçılar “çengi ve köçeklerdir” olarak adlandırılmış ve danslarına ellerinde “çalpare” denilen zillerle ritim tutmuşlardır.
Lale Devri ile başlayan yenileşme hareketi kent yaşamındaki müziği daha da renklendirmiş, büyük konaklarda düzenlenen davetlerde musikişinaslar görkemli fasıllar vermiştir. Özellikle 3.Selim ile başlayıp 2.Mahmut ile devam eden batılılaşma hareketi kapsamında kapatılan mehteranın yerini Muzika-i Hümayun Orkestrası almıştır. Böylece sarayda batı çalgılarına ait sesler duyulmaya başlanmış, ünlü batılı müzisyenler İstanbul’da ağırlanarak konserler düzenlenmiştir.
Galata ve Direklerarası’nda kantolar yapılmış, Beyoğlu Naum Tiyatrosu’nda İtalyan operaları sergilenmiştir. Dolmabahçe ve Yıldız Şarapları’nda tiyatro salonları inşa edilmiş, Padişahların şahsen katılımı ile gösteriler tertip edilmiş, güncel yapımlar takip edilmiştir. (Yıldız Sarayı’ndaki salon günümüzde kullanılmakta olup, Dolmabahçe’deki salon çıkan yangın sonucu tamamen yanmıştır.)
Sarayda müziğe ilgi duyan kadınların sayısı az olsa da nitelik bakımından önem içermekteydi. Örneğin; 2.Abdülhamit batı müziğini çok seven kızı Ayşe Sultan’a piyano dersleri aldırdığı bilinmektedir. Bu konuda bir diğer örnek ise; Abdülaziz’in kendi bestesi olan “Gondol Şarkısı” isimli eseri Galler Prensi şerefine verdiği bir akşam yemeğinde Kraliçe Victoria’nın bandosu tarafından icra edilmesidir.
Bu dönemde yaşanan batıya dönük durum; (sahip olunan unsurları muhafaza ederek) üzerine yeni makam ve formlar eklenerek geleneğe yeni bir soluk gelse de, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Osmanlı Türk Müziği saraydan giderek uzaklaşmıştır. Türk Müziğini icra eden besteciler batı etkisinin hâkim olduğu saraydan uzaklaşarak şehir ve halk müziği alanlarına yönelmişler ve bu bestecilere İstanbul halkı sahip çıkmıştır. Bu noktada müzik konusunda batılılaşma hareketi sadece sarayda vuku bulmuştur yorumunu yapmak sanırım yanlış olmaz.





















