Zor yıllardı… İlçemizde ortaokul yoktu mecburen okumak için Trabzon’a gidiyorduk. Araba bulmak zor olduğu için yürüme gidiyorduk. Ağabeyim annemin hazırladığı erzakları bekliyordu. Geç kalırsak halimiz dumandı. Akşamdan hazırlıklarımızı yaptım.
Sırtımda on okka mısır unu, araba yok Trabzon’a yürüme gidiyorum. Çarşıbaşı’nda (İskefiye) akşam olmak üzere. Eşkıyalar çuvalımı çalmasınlar diye dırmacı (kalın ip) belime iyice doladım. Arkamı duvara yaslayıp uyudum. Sabahın seherinde yola koyuldum. İkindi olmak üzereydi Moloz’a vardım. Arkadaşlarla buluştum. Çuvalı orada çalışmakta olan ağabeyime teslim etmeden arkadaşlarla buluştuk. Karnımız çok acıkmıştı. Bakır tepsiye mısır ununu yoğurup fırına verdik. Tam ekmek pişmek üzereydi ki zabıtalar fırını bastı. Tepsiyle ekmeğimize el koydular. Unu ekmeği boş ver tepsi çok önemliydi bizim için.
İçimizde en cesur olan ağabey:
-Gidelim Belediye Başkanına şikayet edelim.
-Nereye edeceksin döver bizi.
-Boş ver ne olursa olsun haydin gidelim.
Korka korka gittik. Önümüzü ilikleyip. Kapıyı çalıp içeri girdik.
-Buyurun derdiniz nedir?
-Efendim biz Beşikdüzü’nden geliyoruz. Fırına ekmek verdik zabıtalar el koydu. Ekmeği istemeyiz mümkünse bakır tepsiyi istiyoruz.
Belediye Başkanının gözleri doldu.
-Hemen getirin tepsiyi teslim edin.
Tepsi geldi ama ekmeğin yarısı yoktu.
Zabıtalar yalvardı bize.
-Ne olur ekmeği yediğimizi söylemeyin.
O zaman bizim de gözlerimiz doldu, tepsiye kavuşmanın sevinciyle.
-Yok gardaş söylemeyiz!
Yusuf YILMAZ





















