“Her güzellik bir insanda olmuyor.” Demiş Atalarımız. Okul başarımı, kitap okuma ile taçlandıramıyordum. Ancak ödev durumunda kitap okuyor ve okuduğum kitabın özetini çıkarıyordum. Bunun dışında kitapla ilgili kültürüm gelişmemişti.
Ödev olarak verilen kitabı okumam yapmacık bir serüvendi. Bir şey anlamadan özetini çıkarıyordum. Kitabı okudu desinler diye elimde dolaştırıyordum. Arkadaşlar arasında bu konuda herhangi bir tartışma yaşamıyorduk. Çünkü çoğu benim gibiydi. Ödevi teslim edene kadar kitap elimde veya önümdeydi. Bunun dışında kitap ile ilgili bir yaklaşımımız olmuyordu.
Edebiyat öğretmeninin, kitap okuyacaksınız sözüne karşı davranışımız, yel kayadan ne alır, ifadesiyle özetlenebilirdi. Kitaba karşı ilgimiz, saray uşaklarının davranışından daha kötüydü.
Derslerime çalışıyordum. Fakat çalışmada kitabın yerini idrak edemiyordum. Kendi adıma öğrenci olarak görevimi en iyi yaptığımı sanıyordum. Demek ki başarım, dalgaların üstünde güneşin batışını gözlemek gibiydi. Buna rağmen, notlarımdan gurur duyuyor, büyüklerime karnemi böbürlenerek uzatıyordum. Okul başarım çok iyiydi. Bu konuda neşeli ve sevinçliydim. Başarımın yüksek olmasından dolayı da yüksek kısma, çapaya seçilmiştim.
Yüksek öğretmen okulunda ve İstanbul üniversitesi Fen Fakültesi birinci sınıfındayım. Derslerime çok iyi çalışıyorum. Yine kitap okumuyorum. Fakat kitap okuyan arkadaşın bir konu üzerindeki bilgisini ve yorumunu fark ediyordum.
Okulda çeşitli konferanslara, sergilere, müze ve tarihi eserlerin olduğu yerlere gidiyordum. Bu tür kültürel faaliyetlerden kaçınmıyordum. Nedense kitapla kalıcı bir bağ kuramamıştım.
Birinci sınıfın ilk yarıyılının ocak ayında bir mektup aldım. Mektup, Trabzon’un bir dağ köyünde görevli öğretmenden geliyordu. Öğretmen mektubunda köyden birinin kitap istediğini bildiriyordu. Kahvede öğretmene isteğini bildirmiş. Kitabı isteyen, ilkokul mezunu dahi değilmiş. Özellikle öğretmenlerden kitap isteyip okurmuş.
Beyazıt’ta ki sahaflara gittim. Kitabı aldım. Kitap elimde Laleli’ye geldim. Fen fakültesinin önüne aşağı yürürken, beynimde bir şimşek çaktı. Beynimin içini bir ampul aydınlattı. Beynimin içinin aydınlanması sonucunda, “İlkokul mezunu olmayan bir kişi kitap okuyor da ben okumuyorum, diye düşündüm. Belki beş dakika olduğum yere çivilendim, hareket edemedim. Hemen geri döndüm. Bir tane daha aldım. Kitabı göndermeden okudum. Ondan sonra gönderdim.
Beynimde çakan şimşek, kitap okumama, hatta kitap kurdu olmamı sağladı. Kütüphaneden çıkmıyordum. Öğrencilik ve öğretmenlik hayatım diyebilirim ki kitap okumakla geçti. Emekli oldum, günde on saat sınıfa giriyormuş gibi kitap okuyorum. Kitap okumak elimde değil. Okumasam başım ağrıyor.
Basılmış bir romanım, basılacak iki roman ve üç hikâyem var. Ayrıca Ankara Polatlı’da şehit düşen dedemin hatırasını yazıyorum.
Etkilendiğim tüm olayları küçük hikâye şeklinde yazmaya çalışıyorum.
Okumakla ne kazandın sorusuna; Okumayan insanın iyi düşünemeyeceğini, hangi konuda olursa olsun başarılı olamayacağını ve kültürel yönden ilkel kalacağını öğrendim. Ülkenin aydınlanmasında hiçbir şansının olmadığını düşünüyorum.
Okuyan insan dünyayı avucunun içinde tutar. Mantığı ve kültürel yapısı gelişir. Dünyanın güzellikleriyle beraber olursun. Toplumların çektiği sıkıntıyı öğrenir, değerlendirmeyi ona göre yaparsın.
Millet olarak yapılan hataların farkına varırsın. Kimse anasından erdemli doğmaz. Arka plânda kabullenme vardır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bilgisizliğin ve cahilliğin sonucudur. Batının medeniyet adı altında geçirdiği faciadır.
Güzellikti okumak, bir duyguydu okumak.
Kitapla beraber olmak, kitapla sağlıklı kalmak.
Kitapla mutlu olmak. Neşe içinde olmak.
Hasan TANRIVERDİ





















