Küreselleşme zaten kendi içinde büyük yapısal sorunlar taşıyordu. Ülkemizde, küreselleşmeyi, kasaba eşrafı ile gerçekleştirmek gibi bir sorun daha ilave edilince, ülkemizin geldiği yer sorgulanır oldu.
Küreselleşme esas itibariyle, çok uluslu şirketler marifetiyle, ulus devletleri şehir devletlere dönüştürmek için bir uygulama planıydı.
Çok uluslu şirketlerin ulus devlet üzerindeki etkinliği, sermayenin serbest dolaşımı üzerinden yürüyecekti.
Bir anlamda, sermayesi olanlar, sermayesi olmayanlara karşı bir üstünlük daha elde ediyorlardı.
Çok uluslu şirketler, ulus devletler içindeki yerli sermayeli küçük şirketlere karşı egemenlik elde ediyorlardı.
Yabancı sermayeye tanınan imtiyazlar, içerde henüz üretkenlik ve sermayeleşmeyi yakalayamayan yerli sermayeye işbirlikçilik görevini veriyordu.
Bu işbirlikçi işlevini görecek insan türü henüz imal edilmemiş olmasından dolayı, işbirlikçilik kasaba eşrafı türünden insanlara kaldı.
Kasaba eşrafı, post-kapitalist kültür ve ilişkiler konusunda yetersiz olunca, direksiyon çok uluslu şirketlerin elinde kaldı.
Sermaye işbirlikçi ilişkisi, belli gelenekler ve kurallara oturtulmadığından, ilişkiler hızlıca mevcut ahlak kurallarının dışına çıktı.
Küreselleşmenin getirdiği ilişkiler manzumesi ahlakı hızla bozdu. Tüm ilişkilere, işbirlikçilikten gelen ilişkiler egemen oldu.
Yani küreselleşme kendi insanını imal etti.
Ekonomi dünyasında, ahlaksız ilişkiler işin esasını teşkil edince, yönetim kadroları da, bu ilişkilere uygun insanlardan oluştu.
Zaman zaman ahlakın çok bozulduğu, halkın cinnet geçirmekte olduğu, insanın çürüdüğü gibi ifadelerin kullanılması; küreselleşmenin getirdiği sermayenin hiçbir kural tanımadan, bir ülke içinde bulunması halinden kaynaklanmaktadır.
Kasaba eşrafının var olan ahlakı da ortadan kalktı. Yerine, “hızlı zengin olma” ilişkilerinin yakalanması için hız ve ahlaksızlık gelişti.
Oysa Cumhuriyet kurulduğunda, zorluklar bu günkünden daha fazlaydı. Ancak Cumhuriyetin yarattığı insan fedakârdı. Sorunları çözmeye çalışıyordu.
Ama küreselleşmenin imal ettiği insan fedakârlık yerine hızla zengin olmayı hedefliyordu.
Küreselleşmenin getirdiği ilişkilerin yarattığı insan elbet Cumhuriyetin yaratığı insandan farlı olacaktı. Cumhuriyetin imal ettiği inan fedakâr, küreselleşmenin imal ettiği insan; vurguncu eğilimli olmak zorundaydı.
Küreselleşmenin yarattığı devlet adamı, devleti düzgün işletmek yerine, “devletin malını babalar gibi satarım” devlet adamı olacaktı.
Çünkü devlet adamı diye gördüğümüz insan, aslında küreselleşmenin çok uluslu şirketleriyle ilişki kuran insandı.
Şimdi bir dönem bitti. Yeni dönem kendi insanını yaratacak. Kendi siyasetçisini de yaratacak.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com