Sosyal medyada on yıl önce on yıl sonra fotoğraf paylaşımları furyasıdır gidiyor. Herkes suratındaki ifadeyi bir bir ortaya seriyor. Sermesine seriyor da, programlar sayesinde zaten birçok kişi genç görünmüyor mu?
Zaman, su gibi akıp gidiyor… Giderken tıpkı coşan bir nehrin, kıyıcığındaki toprağı söküp alması gibi bizleri de sürüklüyor bilinmezliğe doğru… Saatlere bir bakın artık tik takların yerine akıp giden saniyeler var… Nasıl da hızla akıyorlar namussuzlar değil mi?
Şimdilerde bir Yeni Türkiye ve Eski Türkiye diye bir şey gündeme oturtmaya çalışıyorlar! Yok kardeşim öyle bir şey yok! “Türkiye” tektir. O da “Türkiye Cumhuriyeti” dir. “Senin zamanın, benim zamanım” diye de bir şey yok! Geçen veya yaşamakta olduğumuz zaman hepimizin zamanıydı. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti birlikte yaşadık. Kim ne derse desin, yaşamaya da devam edeceğiz… Bizler hep birlikte çalıştık, birlikte omuz verdik yaşamın her dalına. Birlikte güldük ve ağladık. Vurulanlara üzüldük… Açlık çektik hep birlikte… Çünkü biz birdik her zaman…
İktidarlar gelip geçicidir… Bir iktidar size neler verdi, neler vermedi ona bakmak gerekir. Aslında baki kalan insanlığın temelleridir. Onların ne olduğunu İnsan Hakları Bildirgesi’nde görebilirsiniz. İçinde, demokrasi boldur. Doğru bilgi alma hakkı olan basın özgürlüğü, konut edinme, yürüyüş hakkı, sağlık vs. derken birçok hakkınızın olduğunu görürsünüz. Bunlar yaşamınızda uygulanıyor mu? Bunu da deneyerek görme şansınız da var aslında. Örneğin, şu anda bulunduğunuz yerden bir çıkın ve yanınıza işsiz, düşük ücret alan, sağlıksız ortamlarda çalışan birkaç kişiyle şehrin kalabalık bir yerine gidin ve hazırladığınız iktidarı protesto eden pankartlarınızla birkaç adım yürüyün ve bir basın açıklaması yapın. Bakalım başınıza neler gelecek? Eğer polis, anında başınıza dikilip sizi uyarır, siz de diretip sonradan biber gazı ile oradan uzaklaştırılır, hatta tutuklanıp kodese doğru yol alır, üstüne üstlük bir de terörist damgası yerseniz, işte o insan haklarınız ihlal edilmiş olur. Aksi durumda, protestonuzu yapıp basın açıklaması ile olaysız dağılırsanız, işte o zaman siz demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşıyorsunuz demektir.
1970’lerin Türkiye’sinde iktidarı protesto eden yüzbinler ellerinde boş tencerelerle yanlarında polis korteji eşliğinde yürürlerdi. Polisler yürüyenlerin üzerine saldırmadan demokratik bir ortamda protestolar sonlandırılırdı.
İşçiler haklarını aramak için yürürlerdi. Oradan haklarını alamadıklarında kanundaki haklarını kullanarak grevlerini yaparlardı. Greve gittiler diye, kimse işinden olmazdı. Onlara kötü gözle bakılmazdı. Hatta birçok kitle onlarla birlikte olup destek bile verirlerdi. Destek verdi diye onlara kimse öcü muamelesiyle terörist damgası yemezdi. Ülkemizde şu anda 14 milyon 118 bin işçiden sadece 1 milyon 852 bin işçi sendikalı… Diğerleri? Ya işlerinden atılma korkusu veya tehdidi ile sendikalara üye olamayanlar? Ülkemizdeki bu istatistik, demokratik ülkelere göre çok düşük bir rakamdır. Herkesin dağınık olduğu bir ortamda hak aramada gerçek olmayacaktır doğal olarak! Yani bir korku çöreklenmiş karabasan gibi çalışanların üzerine…
Şimdilerde insanlar ürktü. Daha doğrusu ürkütüldü! Aşından ekmeğinden olmamak, terörist damgası ile yaftalanmamak için suskunlar… Görüyorsunuz bir TV’nin çektiği sokak röportajlarında bile insanlar sinmiş ve korkularından bir şey konuşamadan mikrofonları itekleyerek oradan uzaklaşıyorlar! Dilleri lal olmuş, bütün gerçekleri içinde bir yanardağ gibi patlamaya hazırlar! Ama nerelerde?
Gelelim Türkiye’nin küçük vesikalık fotoğrafına… Uzun uzadıya rakamlarla canınızı sıkmak istemeyeceğim. Ancak vereceğim verilerle eskiden nasılmışız, şimdi nasılız? Sorusuna hep birlikte yanıt bulalım.
Dış borçtan başlayalım. 2002 yılında AKP İktidara gelmeden önce dış borcumuz 130 milyar Dolar. 2018 yılı itibariyle borcumuz 466,7 milyar dolara çıktı. Düne kadar iktidar meydanlarda 150 milyar Dolar Merkez Bankası rezervlerinden bahsederken bu rakamın şimdilerde 29,5 milyar Dolar seviyelerine gerilediği belirtilmektedir. 2019 yılı dış borç ödeme miktarının ise 260 milyar dolar seviyelerinde olduğu belirtilmektedir. Cari açığın her ay yükseldiği, dış borç bulmanın zorlaştığı bir ortamda bir de savaş ekonomisi ile 2019 yılının nasıl geçeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Borçlar bu seviyede iken, ülke içinde ekonominin iyi gitmesi doğal olarak beklenemez. Hele ABD’nin Hitler tipi başkanı sosyal medyadan attığı twit alışkanlığı ile dünyayı karıştırmakta birebir! Dün Çin’e, Avrupa’ya derken, bugün her zaman olduğu gibi Ortadoğu ülkeleri ile uğraşmaktadır. “Kürtlere operasyon yaparsanız, ekonomik yönden sizi mahvederiz!” tehdidini alenen savurmakta ve iktidar da buna yanıt olarak “Üzüldük ve konu kapanmıştır.” demekle yetinmiştir. Ecevit’in Kıbrıs politikasını düşündüm bir an… Trump’un bu küstah sözüne vermemiz gereken yanıtın, “Kurtuluş Savaşı’nı bir incele, Türk Halkının nasıl bir halk olduğunu o zaman öğrenirsin. Kimse Türkiye’yi tehdit etme cüretini gösteremez! Haddinizi bilin!” şeklinde olmasını beklerdim.
Evet, ülkemizde soğan bile artık dışarıdan alınacak. Bir iki ürün dışında birçok tarım ürünü ile dışarıya muhtaç olduk. Oysaki topraklarımız geniş, dünyayı bile besleyecek durumda. Bir Hollanda Konya Ovası kadar bir yerde 150 milyar dolar tarımda ihracat yaparken, biz koca Türkiye olarak 15 milyar dolarlık tarım ihracatına seviniyoruz! Sonuçta, dar gelirli pazarda markette filesini doldurmakta zorlanıyor. Artık nelerden kısacağına şaşırdı. Hâl böyle olunca konkordato ilan eden şirketler, işten çıkartılanlar, 20 milyona ulaşan icralık dosyalar halkın da belini bükmektedir. Yazık!
İcralık dosyalar bu kadar yükselince neler olur? Aile birliği bozulur, ekonomik çöküntü ile insanlar bunalıma girer. Borçlarını ödeyemeyenler ilk etapta doktorların kapısını aşındırırlar. Ve kutu kutu anti-deprasan ilaçlarla ayakta kalmaya çalışırlar. Ülkemizde son beş yılda kullanılan anti-deprasan ilaç kullanımı 12 milyon 118 bin kutu ve her on kişiden bir kişi ruh hastası durumunda. Ve hastanelerin bu klinikleri de dolmuş durumda.
Daha bitmedi… İnsanlar bu durumdayken neler olur? Bunalımlar, intiharlar, yakınlarını öldürme, hapis vs… 2002 yılında 59.187 mahkûm varken, 2018 yılı itibariyle mahkûm sayımızı artırmışız ve 225 binlere ulaştırmışız! Ve mahkûmların yatacak yerleri olmayınca iktidar 45 yeni cezaevi açacağını duyurdu. Avrupa’a cezaevlerini kapatırken biz açmaya devam ediyoruz. Ceza evi dedik de, kadın cinayetleri de ayrı bir gerçek ülkemiz için. AKP iktidara geldiğinde 66 kadın cinayeti işlenmiş, son on yılda ise bu rakam 2337’lere yükselmiş ve hâlâ da yükselmeye devam ediyor. Ve bu konuyu ciddiye alıp da o içine kapanmış yalaka dediğimiz medya, bu kadın cinayetlerini hiç tartışmıyor. Tıpkı birçok gerçekleri gizledikleri gibi üzerlerini kapatıyorlar! Ama güneşin balçıkla sıvanmayacağı da aşikârdır!
Medyanın durumu ortadadır! Halk birkaç kanal dışında gerçekleri öğrenemiyor. Asıl sorun da burada. Özellikle muhalif görüştekiler halka ulaşamayınca, konuştukları birkaç kanal dışında sığ kalıyor. Halk, ne olursa olsun, isterse dünya yıkılsın, her şeyi tozpembe görme inadına devam ediyor. Eskiden TV’lerde liderlerin hepsi seçimden önce bir araya gelir, demokratik koşullarda tartışırlar ve halk da dinlerdi. Belki kararsız olan seçmenler bu konuşmalarla yol alabilirlerdi. Şimdilerde liderler uzaktan uzağa birbirlerine çatıyor, ağızlarına alınmayacak sözlerle yükleniyorlar ve bu durum da ister istemez halka da yansıyor. İnsanlar birbirleriyle kutuplaştı. Sanatçılar ayrıştı, kültür ayrıştı, siyaset ayrıştı. Hatta akrabalar bile birbirleriyle konuşmaz ve küs duruma geldiler. Aslında bu ortamı yaratan da siyasetçilerdir. Bir an önce o sert üsluplarını bir kenara bırakıp, sevgi tohumunu topluma aşılamalıdırlar. Bu milletin ayrıştırmaya değil, birlik ve beraberliğe ihtiyacı vardır. Bu olmadan, hiçbir şey kazanamaz toplumlar… Ayrışmanın dili her zaman bizi yok edeceği gibi sömürge devletlerin işine gelecektir.
Evet, demokrasinin olmazsa olmazı Seçimlerdir. Peki, ülkemizdeki seçimler nasıl oluyor? Herkes adaletli olduğundan emin mi? Tamam tamam! Ne demek istediğinizi anlıyorum. Yine eskiden diye başlayalım ve devam edelim. Seçim hileleri yönünden ufak tefek olumsuzluklar olsa da günümüzdeki kadar ayyuka çıkmamıştı seçim hileleri. Parmağımıza dokundurulan mürekkeple bir başka sandıkta oy kullanma önlenmişti. Şimdilerde bilgisayar sistemine ne kadar güveniyoruz? YSK denen kurum güven veriyor mu? Bir maçta en önemli hakemdir. YSK adaletli bir seçim ortamını yaratıyor mu? Apartmanlarımızda olmayan katlarımıza hayali daire eklenmez ve oralara yüzleri aşan seçmenler de yerleşmezdi. Şimdilerde trafolara kedi girmeleriyle başladı, mühürsüz oyların YSK ile kabul edilmesi derken, taktikler hızla devam ediyor her seçim öncesi. Taşımalı eğitimi bilirdik, şimdi de taşımalı hayali seçmenler türedi. Bir parti hangi şehirde oldukça önde, al onun seçmenini muhalefetle kafa kafaya olan yerlere yerleştir gitsin. Spor salonu mu olmuş, yazlıkçı evler mi, yoksa henüz yerleşim imkânı olmayan inşaatlar mı, daha neler neler… Siirt’te bir dairede 1862 kişi, Hakkâri’de keza öyle 1108 kişi, Ümraniye’de bir dairede 45 kişi ve bakalım daha neler neler çıkacak! Bizim ülke her konuda dünya rekoru kırıyor 165 yaşında seçmen bile üretebiliyoruz vesselam! Ve eskiden, muhalefete “Ne illet, ne zillet” gibi lakaplar takılırdı. Hele halkına, bana oy vermedi diye, terörist hiç ilan edilmezdi. Ben buna bir örnek vererek noktayı koyayım. Bir atletizm müsabakasında 100 metre yarışçıları start çizgisinde, o da ne bir yarışmacı yani AKP, bitiş çizgisine çok yakın. Hakemin umurunda değil. Muhalefet ise sıralanmış tabancanın atılmasıyla yarışa başlamak istiyor. Ve yarış bitiyor. AKP Balkon konuşmasında birinciliğini kutluyor. Seyirciler de bu duruma alkış tutuyor. Durum bu.
Dünya rekorları dedim de, istatistikleri de alt üst ediyoruz ülke olarak! Durun öyle olimpiyatlarda filan değil. Adalette, basın özgürlüğünde, demokrasi de sonlarda yerlerimizi alıyoruz. Aslında bu istatistik rakamları ülkenin karnesidir. Bu konuda güzel bir fikrim var! Bir ülke demokrasi, basın özgürlüğü, adalet gibi kıstaslarda dünya sıralamasında sonlarda olduğunda, o ülkeyi uluslararası spor müsabakalarından men edeceksin. Ne zaman seviyesini yükseltti, o zaman tekrar alacaksınız! Olur mu? Olmaz, çünkü bu sefer de yarışma yapacak ülke bulamazlar dünyada! Benim düşüncem de zaten ütopikti, kafanıza takmayın bence!
Sizlere bir Türkiye fotoğrafı gösterdim.
Ne düşünüyorsunuz?
Gençlik gibisi yokmuş değil mi?
Ertuğrul Erdoğan
Onsekizocakikibinondokuz