Bir hukukçunun anılar kitabında şöyle yazar.
Hâkim, sanığa sorar: “Ne iş yapıyorsun kızım?”
Çok ezik, çelimsiz ancak eli yüzü düzgün kadın, sadece kendisinin işitebileceği çok kısık bir sesle yanıtlar: “Affedersiniz hâkim bey, hayat kadınıyım”
Hâkimin yanıtı dağları, taşları delecek kadar gürdür. “Asıl sen bizi affet kızım!”
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 3. maddesi, “Yaşam her insanın hakkıdır” der. Kadına şiddetin yüzde 1500 arttığı, son 10 yılda 5 bin kadının cinayete kurban gittiği ülkemizde bu madde kadınlar için, son kullanma tarihi geçmiş midir?
Kilolu olduğu için, yemeği tuzlu yaptığı için, telefonu geç açtığı için, izinsiz evden çıktığı için, erkek çocuk doğuramadığı için, ağlayan bebeğini susturamadığı için ütüyle, kemerle, kül tablasıyla, terlikle, tekme tokatla dövülen, yaralanan, kanama geçiren, ameliyata alınan kadınların tensel ve tinsel yaraları nasıl sarılacaktır? Kocamdır sever de döver de diyerek mi?
“Seviyordum öldürdüm”, “Bu görev bana verilmişti”, “Öldürmezsem sokağa çıkamazdım”, “Onu boğduktan sonra çok ağladım” diyenlerden yola çıkarsak, demek ki erkeklerin sevgisi günde üç kadın öldürtüyor. O halde uzun süredir radyolarda duymadığımız “neler ettin neler ettin sevdim ama neler ettin” türküsünü yeniden dinlemek herkese iyi gelir mi acaba? Yetkililerin çocuk makinesi gözüyle görüp, en az üç çocuk önerdiği kadınlar, “Hadi bakalım hiç olmaz ise şu 25 Kasım’da kadına değer verdiğimizi gösterelim bakalım fetvacılar ne diyecek.
Bir kadınımız şunları anlatıyordu. “Hayatımı bereketli ve çorak yıllar olarak ikiye ayırdım. Çocuklarım küçükken çok dayak yedim, çok hakaret gördüm. Kocamın sözleri kalbimi kavururdu, dayağı bedenimi yakardı. Şimdi kızlarım büyüdü, her biri ayrı bir can. Birini avukat yapacağım, beni babasından boşasın diye, diğerini de doktor yapacağım kadınlarımızın yaralarını sarsın diye!”
Dünyanın birçok ülkesinde durum hiç de farklı değil; çok uzaklara gitmeye gerek yok.
Iraklı kadın diyor ki; “Bizde töre cinayetlerinin uzun bir geçmişi var. Cinayetler ya gizleniyor, ya da intihar süsü veriliyor. Sevdiğine kaçtığı için ağabeyi tarafından kaçtığı kişiyle birlikte öldürülmek istenen ve ağır yaralanan Sirve isimli kadının ağabeyi Hüseyin şöyle konuşmuş; ‘ailemizin şerefine karşı bu kadar sorumsuz davranan biri yaşamayı neden hak etsin ki? Onu reddettik, biz öldürmeyeceğiz, Allah öldürsün!”
Alman kadın diyor ki; “Biz de eşit işe eşit ücret var. Ama bunun getirdiği bir de eşitsizlik var. Karısıyla eşit ücret alan erkek kendisini güçsüz ve savunmasız hissediyor. Bunu da şiddete, hakarete, tacize dönüştürüyor ”
Irak’tan, Almanya’dan veya diğer ülkelerden gelen açıklamalar ve sözler “Zulmün Coğrafyası Yok” dedirtmiyor mu? Kadınlarımız yok sayılmıyor mu?
Genelde yaşamın hüzünlü yükünü yakılarak, bıçaklanarak, zehirlenerek, boğularak ortadan kaldırılan kadınlar çekmiyor mu? Nereli olduğu önemli mi?
Unutulmamalıdır ki yolları yapan erkek efendiler ise, çocuklarımıza yürümeyi öğreten de kadınlarımızdır.
Kadına bir dişi değil de kadına bir kişi olduğunu hatırlatan ve hayata geçiren Atatürk’e selam olsun.
Bunu unutan kadınlarımıza ve siyaset yapanlara da selam olsun. Bir selamda “Siyasetçinin en büyük silahı, halkın hafızasının zayıflığıdır” diyen bilgeye olsun.