Tihaya Gavan Otelden ayrılıp, arkadaşımız Slavik’in arabasıyla 60 km uzaktaki Nova Kakhovka ilçesinin Vesele köyündeki Trubetskaya şatosuna doğru yola çıktık. İlçeye gitmek için Dinyeper nehri üzerinde bir köprüden geçtik. Köprü aynı zamanda bir hidroelektrik santrali ve askeri personel tarafından korunuyordu.
Yolculuğumuzun büyük bir kısmı Dinyeper nehrine paralel olan yollarda geçti.
Bizim köy yolları; Ukrayna’da şehirleri birbirine bağlayan yolların yanında otoban gibi desek abartmış olmayız sanırım. Fakat manzaranın güzelliği tüm olumsuz yol koşullarını unutmamızı sağlıyordu.
yol üzerinde irili ufaklı köylerden geçtik. Hava çok sıcak olduğu için pek kimse görülmüyordu. Yollarda kimi duraklarda otobüs bekleyen birkaç kişi dışında kimseyi göremedik desem yeridir.
Trubetskaya şatosuna geldiğimizde bizi kapının iki yanında 20’şer tonluk ahşap şarap fıçıları karşıladı. Kapıda görevliye rezervasyonumuz olduğunu anlatıp içeri girdik ve Check-in işlemimizi yaptık. Bu arada Slavik’in ücretini ödeyip gönderdik.
Trubetskaya şatosu 1860 lı yıllarda yapılmış bir şato. Şatonun sahipleri kuşaklardır bağcılık ve şarapçılık yapıyorlarmış. Şatonun yan tarafına sonradan 10 odalık bir butik otel yapmışlar. Küçük fakat çok zevkli döşenmiş odamıza çekildik ve öğle yemeğine kadar istirahat ettik. Öğlen yemeğinde bıldırcın çorbası, kırmızı biberli greçka pilavı ve salata yedik, içecek olarak da taze meyvelerden yapılmış komposto vardı.
Çok farklı ve çok lezzetli yemekleri var ve komposto ( onlar kampot diyor) hemen her yemeğin yanında ikram ediliyor.
Yaklaşık 4 gün bu otelde kaldık. Sabah kahvaltıları ve yemekler olağanüstü lezzetliydi. Butik otel olduğundan en fazla 10 aileyi ağırladıklarından olsa gerek. Her akşam bir gün sonra ne yemek istediğinizi soruyorlar. Et mi? Balık mı? Tavuk mu?.. Benim Türk olduğumu bildiklerinden yemeklerde kesinlikle domuz eti kullanmadıklarını söylediler. Yemekten sonra otelin bahçesinde bir tur attık. Yaklaşık 100 dönüm arazi, devasa büyük bir bahçe ve Dinyeper nehrine sıfır. Bahçesinde ıhlamur, kestane ve akasya ağaçları çoğunlukta çokça çam ağacı, köknar ve ladin ağaçları da vardı. Şatonun girişinde resepsiyonun hemen karşısında restaurant bölümü vardı. Sanırım başka zaman bir kongre salon olarak da kullanılıyor.
Şatonun 1 alt katında çok büyük bir şarap imalathanesi vardı. Oraya misafirlerin girmesi yasakmış.
Akşama kadar bahçede gezdik hamaklarda sallandık, çimenlerde yuvarlandık. Akşam yemek vaktinde yine restaurant’a geçtik ve yemeğimizin yanında Trubetskaya marka bir şarap açtırdık. Harika bir şaraptı.
Bir gün sonra sabah kahvaltısından sonra şatoyu gezdireceklerini ardından da degüstasyona katılmak isteyip istemediğimizi sordular. Zira otel ücretinden ayrı olarak ücrete tabii bir etkinlikmiş. Biz de kabul ettik.
Şatodaki şarap imalathanesinin bir alt katında şarap mahzenlerine indiğimizde devasa büyüklükte galeriler gördük. Galerilerin bir kısmında meşe fıçılarda yıllanmaya bırakılmış şaraplar, bir kısmında ise şişelenmiş ve üretim yıllarına göre tasniflenmiş şaraplar vardı. 1900’lü yıllardan günümüze kadar her yılın şaraplarından bulmak mümkün. İsterseniz kendi yaşınızda bir şarap satın alabilirsiniz. Özel bir bölüme geçtiğimizde ise kayanın içindeki bir oyukta 3 şişe şarap yan yatmış önü camla kapanmış sergileniyordu. Bunlar da yaklaşık 150 yıllık şaraplarmış.
Gezinin ardından ikinci katta bir odaya çıktık. Odada firmanın kalite ödülleri duvarları süslüyordu. Ortada bir masa yaklaşık 6 çeşit kırmızı 4 çeşitte beyaz şarap vardı. her konuğun önünde bir kraker tabağı yaklaşık 10 adet şarap bardağı vardı. Fabrikanın üretim müdürü olduğunu tahmin ettiğim bir teyze bizlerle önce sohbet edip sonra tadım işinin inceliklerini anlattı. Ardından ise Degüstasyon’a geçtik. Her bardağa tek çeşit şarap tattırılıyor. Sonra bir parça tuzlu kraker yeniliyor, sonra ağız su ile çalkalanıp diğer şarabın tadımına geçiliyor. Bütün şaraplar tek kelime ile mükemmeldi.
O gün öğleden sonra otelin dışına çıkıp Vesele köyünde bulunan tarihi mekanları gezdik. Harika tarihi mekanlar olmasına rağmen bir türlü restore edilememiş yapılar vardı.
Bu arada Sovyet döneminden kalma binalar terk edilmiş, anıtlar bakımsızlık içindeydi. Arazi dut ağaçları ve akasya ağaçları tarafından istila edilmiş gibiydi.
Trubetskaya şatosundaki üçüncü günümüzde Nova Kakhovka ilçesini gezmek için bir taksi çağırdık. Taksiye ücretini ödeyip ayrılırken telefonunu aldık, zira bir gün sonra Türkiye’ye geri dönecektim.
Nova Kakhovka 80.000 nüfuslu bir ilçe Tüm Ukrayna’da olduğu gibi bu şehri de getirip parkın içine kurmuşlar. Her taraf olabildiğince yeşillik her tarafta kestane, ıhlamur ve akasya ağaçları vardı. Kısa bir şehir turu yaptıktan sonra yemeğimizi Premium Otel’de yedik. Üzerine dondurmamızı yedikten sonra çıktık ve taksi çağırıp otelimize geri döndük.
Orada parkta gezerken bir şey dikkatimi çekti. Parkın içinde 25-30 yaş arası bir anne yere bir yaygı sermiş, kızını üzerine oturtmuş, eline bir meyve suyu ve bisküvi vermiş. Kendisi kısacık şort, üzerinde sadece bir bikini üstüyle yatmış güneşleniyor. Yanındaki yaya kaldırımından bir dolu insan geçmesine rağmen hiç kimse kafasını çevirip bakmıyor bile. Umarım bir gün biz de o düzeye ulaşırız.
Dördüncü gün, kahvaltımızı yaptıktan sonra, valizimizi topladık ve tanıştığımız taksi şoförünü çağırdık. Hava alanına gitmek istediğimizi söyledik. Fiyat olarak bizden 500 grv istediğinde bizi otele getiren slavik isimli arkadaşımızın bize sağlam bir kazık attığını öğrenmiş olduk. Zira o bizden 1.500 Grv almıştı.
Her şeye rağmen Harika bir geziydi. Bu yüzden de Ukrayna gezileri hep devam etti.