Berlin‘e 2016 Ağustos‘unda gitmiştim. 15 Temmuz Darbe denemesinden aylar öncesinde
yer ayırtmıştım bir hostelde. Uçak biletini de almıştım. Ve yine ta işte o zamanlarda belliydi Berlin‘de nerelere gideceğim.
5 gün kalacaktım. Her gün için ayrı bir gezi planım vardı.
15 Temmuz geçtiydi. Fakat izin almak konusunda endişeliydim. Neyse ki 2-3 günlük izin prosedüründen sonra rahatlamıştım.
İzin verilmişti.
10 Ağustos 2016. Berlin‘e daha erken inmeyi umuyordum. Fakat işte hatlardaki sorgu suallerden sanırım, biraz daha geç inmiştik. Güneş çoktan batmıştı.
Bilgisayarcı olduğum için belirlediğim algoritmalara mutlaka uyardım. 5 günlük ve her yerde geçerli bir bilet aldım. Niye bilmiyorum,
bileti veren kişi sanki biraz azarlar gibi konuştu bana. Belki de Alman dilinin zaten azarlamaya benzeyen şekli yüzünden öyle gelmiş olabilirdi.
Alexanderplatz denen yerde otobüsten indim. Gözüm kesmedi gideceğim otele yürümeyi. Taksiden inerken Alman şoföre keep the change dememe
o 5 gün boyunca hatırlayıp gülüp duracaktım.
Ertesi günkü ilk işim Atatürk‘ün gittiği, gezdiği bir yere gitmekti. Atatürk, Osmanlı subayı iken, sanırım eğitim maksatlı, bir grup kurmayla Berlin‘e geliyor,
ve Adlon Kempinski Otele yerleşiyorlardı. O eğitim günlerinde Atatürk‘ün kafasında bir plan var. Fırsatını bulduğu ilk seferde bir yere gitmek. Daha önceden
okuduğu bir tarih notunda “Berlin’de hakimler var,” diyen bir fırıncının hikayesinin geçtiği yer. Sanssouci Sarayı. Ve orada bir değirmen.
İşte, Atatürk oraya gitmek istiyor. Diğer kurmay arkadaşlarına da teklif ediyor gitmeyi. Fakat hiçbiri oralı olmuyor. Atatürk de tek başına, benim de
örnek aldığım üzere, o saraya gidiyor. Adalet.
Diğer günlerde de yine görmeyi istediğim yerlere gittim. Kafka‘nın, bir romana(Kafka’nın Bebeği) konu olan anısının geçtiği bir yer.
Diğeri, Bertolt Brecht eviydi.
Bertolt‘un evi’ne gitiğimde ev açıktı ama kimse yoktu. Utanmadan kendi evimmiş gibi gezdim.
Akşamları hostelin(Acama Hostel)dışına çıkıp kaldırımda oturuyor ve kahve içiyordum sürekli. Kanal manzaralıydı. Güzeldi hostel.
Arada bir Türklerin çok olduğu Kreuzberg denen yerde yemek için filan takılıyordum.
Ya ikinci gündü ya da üçüncü. Metroya binmek için kullandığım yol üzerindeki Teknik müzeyi geç farkettimdi. Planlarıma dahil değildi.
Fakat oraya da zaman ayırdım biraz. O müzede önemli bir şey gördüm. Bilgisayar teknolojisinin temeli Amerika filan değildi. Bizzat Almanya’ydı.
Atatürk‘ün neden özellikle Yahudi akademisyenleri Türkiye‘ye getirmek için çaba sarfettiğini orada net şekilde anladım.
Atatürk‘ü ben sanırım biraz daha farklı şekilde anlamaya çalıştım hep. Ne tür espriler yapardı mesela?.. Bir suyun akışına bakıp hüzünlenir miydi mesela?
Kendini kapkaranlık bir yalnızlıkta aciz, zayıf hissettiği zamanlarda ağlar mıydı mesela?..
Yani bazen şöyle diyorum O’nun için. Gariban! Hep bir dert, telaş içinde olmuş. Biz aslında rahat yaşıyoruz. İnsan Atatürk.
Onunla şöyle 1 saat de olsa karşılıklı oturup biraz sohbet edebilseydim keşke. Günlük dertlerinden de bahsetseydi mesela.
Hiç değilse, onun görmeyi çok istediği bir yere giderek de bir araya gelmiş olduk onunla. Ata‘mla muhabbetimiz iyiydi. Harbi bir adam.
Sevdim bu adamı ben..
Oradan bir anı:
[youtube id=”4hF1R5G5DHM” width=”490″ height=”300″]