Son birkaç gündür Didim’de aşırı soğuklar var. Hani, insan diyor ki, Şarkışla’ya geri dönsem yeğdir.
Sivas soğuk diye bilinir. İl merkezi değil, ilçesi Şarkışla en soğuk yerdir. İki adımlık yolda, sabahları evden okula giden yolda bile,
hayatı sorgulatan bir soğuk kemiklerin içinde kalsiyumu sodyuma dönüştürecek güce sahiptir.
Kemikler tuz-buz olacak gibi hissettirir, yani.
Neden Şarkışla bu kadar soğuktur? sorusunun yanıtını da aramıştım. Soğuk ve rüzgarlı. Atlıyordum, ilk arabama. Yüksekçe yerlere çıkıyordum.
Bakıyordum Şarkışla’ya… Kuzey, Güney, Doğu, Batı… bütün yönlerden gelen soğuklar-rüzgarlar Şarkışla’dan geçiyordu. Kıçı başı açık yatıyordu yani
Şarkışla.
Şarkışla pek çok açıdan kötü bir yerdir. Cemaatler fink atar, muhbirler fink atar, yobazlık fink atar, gıybet fink atar, fuhuş fink atar…
Bir yandan da soğuk tabii; soğuk da fink atar…
İşe yaramıştı aslında öyle bir yerde yaşamak. İnsanın kendi iç alemine bakışını kuvvetlendiren topyekün bir dış soğukluk,
evvelden bulduğunuz kalbi ve-ya düşünsel sığınaklarınıza geri sığınmanıza yarıyordu.
Karikatür çizmeye bile başlamıştım. Sarı kağıtlar almıştım. Belki de karikatür gibi geldiği için çevremdeki insanlar böyle bir temayül oluşmuştu.
Çünkü, bir şeylerle eşleştirip pasifize etmek gerekir… beyin zaten böyle çalışır geri planda. Fakat veri çoğaldıkça, ön loba taşmaya başlayan verileri
artık açık açık da görmeye başlarsınız. Dile açık açık vuruyordu yani. En iğrenç insanı gösterseniz kahır kahır güler hale gelmiştim. Fakat en önce
bir acıya değmelidir veri. Sonra gülmeye başlıyorsunuz.
…
Gördüğüm en soğuk ikinci yer Lüleburgaz’dı. Oranın soğuğu biraz daha farklıydı. İnsanın yüzünü jilet keser gibi bir soğuğu vardı.
Askeriyesi sürgün yeriydi. Keşan birinci, Lüleburgaz ikinciydi nazarımda.
Askeri açıdan bakarsanız Keşan ve Lüleburgaz askeri tımarhanedir gerçekte. Çıplak askerler bölüğü, Hayalet Gemi filmini hatırlatsa da,
hikayesi gerçeğe yakındır.
Havanın soğukluğu insanların kendilerine soğukluğu ile birleşince, sizde,
hasbelkader, kendinize çekilebileceğiniz bir sığınağınız varsa, işe yarar şeyler çıkabiliyor.
Lüleburgaz’da da roman yazmaya başlamıştım. Gerçi, sonra ilerletemedim yazmayı fakat çerçeve şu an bile net şekilde kafamda.
Kin, ihtiras, LGBT, aldatma, kaçakçılık… her şey vardı. Bölük komutanım tetiklemişti roman fikrimi. Selçuk yüzbaşı. Karısı, sıhhiyeci bir asteğmenle
komutanı aldatıyordu. Komutanı olduğu bölük bunu bilmesine rağmen o bilmiyordu.
Henüz, öğrenip de, yaşamadığı acıyı bir romanda görür hale gelmiştim. Gibi şeyler.
Hep insanın soğuğu yani. Soğuk insan, değil. İnsanın soğuğu.
Soğuk kelimesi bana hep nükleer bir savaşı hatırlatır. Toz-buz-insan. Veya insandan geriye, mutasyondan ötürü, ne kalmışsa.