İnsanoğlu yaşadıkça ardında hatıralar bırakıyor. Günümüzde buna “Anı biriktirmek” deniyor. Aslında “Anı biriktirmek” tabiri ile kastedilen şey; anlamlı olan hatıralar. İnsan yaşadığı her saniye ardında çok şey bırakıyor zaten. Hayat hatıralarla hayaller arasında kalan zaman dilimi değil mi?
Çocukluk yıllarını saymazsak, yirmili yaşların başında geleceğe dair hayaller kurarız. Kırkından sonra da hatıralar olur yoldaşımız. Çünkü kırklı yaşların girmesiyle yolun sonu görünür hafif hafif. Biz ne kadar kabul etmesek biliriz.
Teknoloji hayatımıza girmeden önce daha durağan bir hayat sürerdik. Özellikle köyde yaşayanlar bütün zamanını toprakla geçirirdi. Ancak yeterli yeri yurdu olmayanlar ile askerlik, hastalık, memuriyet ve iş bulmak için terk ederdik bulunduğumuz yeri.
Bugün altmış yaş üzeri gurbet hikâyeleri ile büyümüştür aslında. Zaman içinde köyler azalmaya başladı. Yaşlılar kaldı yurtlarında. Gençler bir şekilde terk etti bulundukları yeri.
Gurbet, zor şeydi. Hasretti…
Kimse durup dururken terk etmezdi doğduğu toprakları. Ancak zaman içinde artan nüfus, daha çok kazanmayı gerektiriyordu. Bu da çalışmak demekti yani bir bakıma gurbete çıkmak demekti.
Gurbet hasretin adıydı.
Gurbetin en önemli alameti “Tahta bavul”du.
Tahta bavul, özellikle erkeklerin kullandığı, içinde birkaç parça eşyanın bulunduğu, evi terk ederken peşinden taşıdığı ve artık eski filmlerde görülen ve günümüzde mevcudiyeti olmayan bir eşyaydı.
Uzun yıllar kullanıldı tahta bavullar.
Bir devrin sembollerinden biriydi.
Tahta bavul; dolaylı olarak gurbetin sembolüydü…
Daha sonra “valiz” ismiyle girdi hayatımıza. Üstelik tahtadan da değildi. Zaten günümüzdeki valizler hayatımıza girince tahta bavullar usulca ayrıldı aramızdan. Ancak valizler hiçbir zaman gurbeti hatırlatmadı bize.
Kısaca gün geçtikçe çok şey değişiyor hayatımızda. İşin en hazin tarafı biz bu değişikliği yeni nesle anlatamıyoruz. Mesela eskiden valizler yok deseydik, çok kişinin inanacağını sanmıyorum.
Biz tahta bavulu da, gurbeti de birebir yaşayan bir neslin son temsilcileriyiz. Yani ilk ağızdan anlatıcısı ve yazıcısıyız. Bundan sonra belki ne yazılır, ne anlatılır.
Bakalım hayatımızdan daha neler çekilecek?