Türkiye’de Cuma namazı hakkındaki tartışma oldukça eski bir tartışmadır. Zaman zaman bu tartışmanın yeniden ortaya çıktığı bilinmektedir. 1980’lerden itibaren uzun bir süre oldukça etkili olan bu tartışma son birkaç aydır, PKK’nın organizesinde, bazı il ve ilçelerde “sivil Cuma” adıyla, bazı meydanlarda açık alanlar Diyanete bağlı olmayan (muhtemelen PKK’ya bağlı olan) kişilerce Cuma namazı kıldırılması girişimi ile birlikte yeniden bir tartışma alanı bulmuştur.
Bilindiği gibi İslamiyet öncesinde bu gün Cuma günü olarak bilinen gün çoğunlukla “Arube” diye bilinirdi. Arami kökenli olduğu iddia edilen bu kelimeyi Araplarda kullanmıştır. Yine İslamiyet öncesinde Yahudilerin Cumartesi gününü bir toplanma günü olarak kullandıkları ve Cumartesi günü için hazırlık yaptıkları (muhtemelen buna bağlı olarak ta Aramice de Arube Arefe günü anlamında yer almıştır), Hıristiyanların da Pazar gününü yine bir toplanma ve ibadet günü olarak bildikleri ve uyguladıkları bilinmektedir.
Hz. Muhammed’in (sav) hicretinden önce, Mekke döneminde Cuma namazı diye bir ibadet yoktur. Cuma adıyla bilinen sure ise hicret esnasında inzal olmuştur. Zaten hicretten önce böyle bir sure indirilmiş olsaydı bile Mekke şartlarında bunun uygulanması mümkün olmayabilirdi. Mümkün olmayan işlerle Müslümanların sorumlu tutulmaları ise söz konusu olmamıştır. Mekke döneminde Müslümanlar bir otoriteye sahip değildir. Baskı ve saldırı altındadır. Çoğu kere kendilerini koruyacak bir imkanları da olmamıştır. Bu yüzden Mekke de iken pek çok Müslüman’ın inanılmaz işkencelere uğradığı hatta bazılarının bu işkenceler sonunda şehit düştüğü de bilinmektedir.
Ancak Hicret öncesinde Müslümanların Medine’de bir otoritenin şartlarını oluşturmasına bağlı olarak Hz. Muhammed’de Medine’ye gitmeğe karar vermiştir. Artık Medine’de ki İslami otoritenin (yetki ve karar sahibinin) sorumlusu olarak Hz. Muhammed (sav) orada bir İslami idare tesis etmiştir. Daha Medine’ye ulaşmadan inzal olan Cuma suresi ile birlikte Cuma Namazı ibadeti ile Müslümanlar yükümlü sayılmıştır.
Cuma kelimesi Cem’den türemiştir. Cem ise çoğul anlamının yanında toplama/toplanma anlamına da sahiptir. Cuma ibadetinin olduğu gün bu yüzden “Cuma günü”(Toplanma günü), Cuma ibadetinin yapıldığı yer “Cami” (Toplanma yeri) diye adlandırılmıştır. Her ibadetin nasıl ve hangi şartlar altında yapılabileceği hakkında bir takım şartlar (kurallar) elbette Cuma ibadeti için de söz konusudur. Cuma namazı için Kur’an da açıkça ayet bulunmaktadır (Cuma Suresi 62/9). Namaz (salat) diye bilinen ibadetin içinde Cuma’nın ayrı bir yeri vardır.
Beş vakit namaz adıyla bilinen ibadet hakkındaki ayetler Mekke döneminde indirildiği halde Cuma Namazı hakkındaki ayet Mekke döneminden sonra indirilmiştir. Beş vakit namaz tek başına hemen her yerde kılınabilir iken Cuma namazı tek başına kılınamaz ve her yerde değil ancak herkese açık, herkesin gidebileceği bir yerde (Cami’de) toplu halde kılınabilmektedir. Bu yüzden Cuma hakkındaki şartlar (kurallar) vücubunun ve sıhhatinin şartları diye iki ayrı başlık halinde toplanmıştır. Vücubunun şartları doğrudan namazı kılacak kişide olması gerekenlerdir. Cuma namazını kılacak kişinin; hür-özgür olması, sağlıklı olması, Mukim olması (bir yerde sürekli yaşıyor
ikamet ediyor olması) gibi şartlara sahip olacaktır. Bu şartların birine veya bir kaçına sahip olmayanın ise Cuma namazı kılma sorumluluğu yoktur. Cuma namazı için sıhhatinin şartları ise namazı kılacak kişinin dışında, namaz kılınacak yer ve zamanla ilgili olanlardır: Cumayı Müslümanların en yüksek idarecilerinin veya onun tarafından görevlendirilecek bir kişi tarafından kıldırılması, Cuma namazı kıldıracak kişinin namaz öncesinde hutbe okuması, Cuma namazının herkese açık/herkesin gidebileceği bir yerde (cami’de) kılınması, Cuma’nın vaktinde (öğle namazı zamanında) kılınması, Cuma namazının toplu halde (cemaatle) kılınması gibi kurallar ise önemli ölçüde siyasi otoriteyle ilgilidir.
Orta Çağ’da İslam hukukçuları dünyayı üç ana bölge halinde tasnif etmiştir: Darü’l-İslam (İslam’ın egemen olduğu Müslümanlar tarafından idare edilen İslam yurdu), Darü’l-Harb (İslam’ın egemen olmadığı, Müslümanlar tarafından idare edilmeyen, Kafirlerin idaresinde bulunun) yer, Darü’s-Sulh, İslam’ın egemen olmadığı ama Müslümanların savaş halinde değil barış halinde bulundukları bölgedir. İslam hukukçularının savundukları görüşe göre bu üç bölgeden yalnızca Darü’l-İslam’da Cuma namazı kılınabilir. Diğer iki bölge de Cuma namazı kılanamaz. Meşhur örnekte olduğu gibi, Maraş Fransızlar tarafından işgal edilince Sütçü İamam, “Artık Maraş işgal edilmiştir, Fransız bayrağı altındadır, Müslümanlar burada esir hükmündedir, bu yüzden burada Cuma namazı kılınamaz” diyerek Maraşlıları, Fransızlara karşı Cihada (savaşa) çağırmıştır.
İslam yurdunun işgal altında olması, Müslüman bir otorite tarafından idare edilmesi, o otoritenin veya onun tarafından görevlendirilen bir görevlinin cumayı kıldırması, Cuma namazı öncesinde hutbe okuması gibi şartlar hem siyasi alanla ilgilidir hem de Cuma namazını kılacak şahısla ilgili değil Cuma namazının kılınacağı mekanla (yerle) ilgili şartlardır. Türkiye’de idarenin kendini İslam ile kayıtlı saymayışı, laik sayması iledir ki Cuma namazı sıhhat şartlarının önemli bir bölümünün ortadan kalktığı görüşü sıkça savunulmuştur. 1980’lerden itibaren uzun süre tartışma ve anlaşmazlık konusu olmuştur.
Bu tartışmada hangi tarafın iddialarının daha kabule şayan olduğu ayrı bir konudur. Ancak açık olan husus şudur ki Cuma namazı sıhhat şartları nedeniyle doğrudan siyasi alanla ilgilidir ve resmi otoriteden bağımsız değildir. Türkiye’de camilerin idaresi ilgili mevzuata bağlı olarak Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Diyanet’in tayin ettiği İmam efendilerin kıldırdığı Cuma namazının resmi sayılması, PKK’ya bağlı birisi tarafından kıldırılacak Cuma’nın ise “Sivil Cuma” sayılması mizahi bir değer bile taşımaz. Çünkü Cuma namazı tabiatı gereği zaten otoriteyle/resmiyetle ilgili bir ibadettir. Bunun sivilinin olmayacağı açıktır. Namazla ilgili konularda Diyanetin (dolayısı ile devletin) otorite olarak kabul edilemeyeceğini iddia edenlerin otorite olarak PKK’yı tercih etmeleri ayrıca ibretlik bir olaydır. Çünkü her fırsatta Komünizmi ve Zerdüştlüğü tercih ettiğini ortaya koyan bir örgüt hangi hak ve yetkiyle Müslümanların ibadetlerine karışabilir? Bunun yaygınlaşması halinde artık namaz gibi ibadi konularda PKK’yı yetkili sayan ve onun tayin ettiği elemanların arakasında Cuma namazı kılanlar, Diyanetin tayin ettiği hoca efendilerin arakasında namaz kılanlar gibi Türkiye’de Müslümanlar iki ayrı taife oluşturacaktır. Bundan daha büyük bir bölücülük olabilir mi? Müslümanlar ibadetleri esnasında Haçlı seferleri döneminde, Moğol işgali döneminde bile iki ayrı taife olmamışken şimdi PKK’nın girişimi ile böyle bir bölünmenin hazırlanmaya çalışılması PKK’nın Müslümanlar için taşıdığı tehlikenin sınırları hakkında öğretici bir örnektir.
Hatırlanmalıdır k, Medine’de münafıklar Müslümanları bölmek ve zayıflatmak için bir Mescid yaptırmışlardı. Bu Mescid ise Kur’an da “Mescid-i Dırar” (zarar mescidi” diye adlandırılmış ve yıktırılmıştır. Müslümanları Cuma namazı esnasında bile ırklarına göre bölmeye çalışan Zerdüşt takipçilerinin bu girişimi Müslümanlar arasında telafisi zor “zararlara” yol açacaktır. Din istismarının oldukça yeni bir örneğidir.
S E Ç İ L M İ Ş K A Y N A K Ç A :
1-Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, Nur Yayıncılık, Tarihsiz İstanbul.
2-Ekrem Doğanay, İslam’ın Şiarı Cuma Namazı ve Hükümleri, Gonca Yayınevi, İstanbul 1982.
3-Hayreddin Karaman, Cuma, TDV İslam Ansiklopedisi, C.8, İstanbul 1993, s.85-89.
4-Hüsnü Aktaş, Kelimeler/Kavramlar, İnkılab Yayınevi, İstanbul Tarihsiz.
5-İbn-i Abidin, Reddü’l- Muhtar Ale’d-dürrü’l- Muhtar, Çeviren: Ahmet Davutoğlu, 3 Cilt, Şamil Yayınevi, İstanbul 1982.
6-Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sadeleştiren: Ali Fikri Yavuz, Akçağ Yayınları, Tarihsiz Ankara.
7-Ragıp El-İsfahani, Müfredat/Kur’an Istılahları Sözlüğü, Mütercimler: Abdülbaki Güneş – Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2006.