“Bir gün bu şehirden hiç bilmediğin bir yere kaçmak istersen, düşünmek zorunda kalacaksın. Ayağına geçmişin ve geleceğin takılacak, sen bu zincirlerini kıramayacaksın. Geçmişinin güzellikleri ve alışkanlıkları, geleceğinin umutları ve hırsları seni olduğun yere bağlayacak, kararsızlaşacaksın. Kötü yaşanmışlıklarını ne kadar inkar etsen de, içinde hortlayan canavarlarından korkup firar etmek için tekrar atağa kalkacaksın. Emin ol yine tökezleyeceksin çünkü zincirlerinden kurtulamayacaksın. Alışkanlıkların ve hırsların, korkularından hep bir adım önde olacak. Onlar seni her seferinde durduracak, hareketsiz kalacaksın.
Beyninin terazisi hislerini bir kefeye, mantığını diğer kefeye koyacak, durmadan düşüncelerini tartacaksın. Kefeler hiç eşitlenmeyecek ama illaki bir taraf ağır gelecek, sen de ona göre davranacaksın.
Senin dışındaki her şey senin bağlarındır, koparamazsan esir olacaksın. Tamamıyla özgür olursan yalnızlıktan sıkılacaksın. Dengeyi kurmalısın. Zararlıları hayatından çıkarıp, kazanımları aklının bir köşesine yazmalısın.
Tavsiyelerle yaptıkların bir olmayacak, çoğunu uygulayamayacaksın. Aklına uysan kalbin pişman olacak, kalbini dinlesen aklın karşı çıkacak. Bu bocalamaların yaşadığın sürece seni yalnız bırakmayacak.
Herkes mükemmel olmadığına göre kendini zamanın akışına bırakmalısın, zaman kaçıp kurtulma zamanı mı, yoksa kalıp savaş zamanı mı? Karar verirsin. Gün senin günün, yaşananlar bugün, yarına bıraktıkların avuntundur, dünküler ise çoktan bitmiştir. Öyleyse düne aklını takmadan, bugünün mutluluklarını kaçırmadan yaşayacaksın.”
Her gece yastığımıza başımızı koyduğumuzda yarınki hikayemiz çoktan yazılmış oluyor, bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz. Güzellikleri umut ediyoruz. İç seslerimiz kulağımıza fısıldıyor. Hayat muhasebemizi önümüze çıkartıveriyor. Her birimiz Mona Lisa gibiyiz, gülüşlerimiz yarım kalabiliyor. Gerçekler yeterince umutsuzluk ve hüzün barındırıyor, bu yüzden küçük mutluluklarımızı nimet sayıyoruz. Sonuç olarak bize, sunulan hayatı doğrusuyla yanlışıyla yaşamak kalıyor. Kendi bakış açımızla yaptığımız seçimlerimiz doğrultusunda hayatımıza yön veriyoruz. Her insan seçimleriyle başkalarının hayatına katılıyor ya da başkalarının hayatından çıkıyor.
Doğum ile ölüm arası yaşama sanatı diyoruz onun adına, doğduğumuzda önümüze bizim içine yeni katıldığımız bir tuval koyuyorlar. Fırçalar, boyalar, boya incelticiler hazır oluyor. Bize bir tek en güzel resmi yapmak kalıyor. Her fırça darbesi, her renk hayatımızın gidiş hattını gösteriyor. Darbeler bazen sert olup bizi incitiyor, bazen yumuşacık ruhumuzu okşuyor. Kullandığımız renkler hep pembe tonlarında olmuyor; araya siyah, gri gibi iç karatıcı tonlar da karışıyor. Resim tamamlandığında ise yaşam sona eriyor.
Sizin tuvalinizde en güzel tonların, en yumuşak fırça darbelerinin olmasını dilerim.
Sanatınızı en iyi şekilde icra etmeniz ümidiyle…