1910 Yılında Jack London’ın Kızıl Veba ve Demir Ökçe kitabını okuduğum da ileriyi görmek böyle bir şey mi diye düşünmüştüm.
Kızıl Veba medeniyeti silip süpürmüş ve hayatta kalmayı başaran bir avuç insan kendi medeniyetlerini ve toplumsal sınırlarını oluşturmuştur. Ancak sanattan, bilimden her türlü bilgiden yoksunlar. İlkel zamana dönülmüş, yaşam yine “yemek, içmek çoğalmak ve hayatta kalmak” olmuş. Yetişen yeni nesilse her türlü hurafe ve batıla inanmakta. Tek medeniyetten kalan Prof. Smith torunlarına kızıl vebayı anlatarak barbarlıktan uzak umursamazlıktan vazgeçerek medeniyete tekrar kavuşmalarını anlatmakta. Medeniyet her bireyin ortak noktası. Kızıl veba medeniyeti yok edince geriye insanlığa dair hiçbir şey kalmayacağını anlatmış. Kızıl Vebadan öncesini ve sonrasını anlatan ihtiyar torunlarına büyücülerden uzak durulması gerektiğini doktorluğun, şerefli bir meslek olduğunu, fakat büyücülerle, üfürükçülere inanmanın “ilkellik” olduğunu söyler: Nesil farkı değil medeniyet farkını vurguluyor. Kitabı okuyanlar bilirler kapitalist düzene gönderme yapılmış. Yönetici sınıfının olduğu, üretenlerin yönetici sınıfı için canla başla çalıştığını anlatıyor. Bir asır geçmiş ama bir adım ileriye gidememişiz. Bilimden uzak, hurafelere yakın yaşam devam ediyor. Sadece yemek, içmek için savaşır haldeyiz. Alt sınıf üst sınıfa biat ediyor ve onları zengin etmek için çalışıyor. Modern kölelik diyebiliriz. Demir Ökçe, toplumda ve siyasette gelecekte yer alacak değişiklikleri irdeler. Maalesef geçen zaman kehanetlerini doğruluyor.
Alım gücümüz zayıfladı. Pandeminin hem psikolojik hem de ekonomik baskıları devam etmekte. İşverenlerin birçoğu yeni yasadan kaynaklı haklı nedenlerle çalışanlarını çıkarmaya başladılar. Güllük gülistanlık bir durum yok. Umutsuz olmayalım diye kendimizi de kandırmayalım.
Biz nasıl bu hale geldik?
15 sene öncesini ele aldığımızda o günkü şartlara göre evimize sucuk, en iyi peynir ve bal alabiliyorduk 4 çocuklu ve tek çalışan babanın bir ailesi olarak daha önceki yılları kıyasladığımda yine her şeyin en iyisini sahiptik. Mercedes arabaya binemiyorduk ama Renault marka arabamız vardı.Yakıt alım gücümüz de vardı. Demokrasinin işlediği, basının özgür olduğu, hukukun üstünlüğünü damarlarımda hissediyordum. Bu kadar cinsel istismar, kadına şiddet, zina, fuhuş, yabancı madde kullanımı yoktu. Zevk için kadınlar bir araya geldiğinde fal muhabbetinin dışında hoca, hurafe söz konusu bile değildi.
Sonuç itibariyle demokratik hukuk devleti olamadığınız sürece milyon sene geriye gidersiniz. Richard Branson uzaya giden milyarder olarak basında yer aldı. Bunun hayalini bile yapamıyorum. Rüyamda olsa inanamayacağım bir ziyaret olurdu. Aydın beyinler yok olup gitti. Etek, şort, başörtüsüne tıkandık. Kadın mücadelesi diye boğulup durduk. Bir kişinin ağzından çıkacak talimatnamelerle hayatımız şekillenip duruyor. İnsanlığımızı her gün sorgular olduk. Ne siyaset, ne ekonomi hiçbir şey verimli ve etik ilerlemiyor. Sanki bulaşıcı bir virüs gibi bazı demokrat beyinlerinde aynılaştığına tanıklık ediyoruz. Ben geçmişimi unutmadım. Geleceğimi kurgularken tüm dünyanın yakaladığı imkânların ülkemde olmasını istemek hakkım .O kadar çok haklarımız var ki. İnsan, Hayvan, Çocuk, Engelli… Ne gariptir ki insan var olanı arar mı? Biz olan haklarımızın arayışındayız. Uygulamanın olmadığı hiçbir şey asıl değildir.
Taraflı yaklaşımlardan, birinin birisi olmaktan vazgeçemiyoruz. Bazen geri çekileyim ya da savaşıp, mücadele edip yara alayım diyorum. Doğrusu ne bilemedim.