KORKU
Başlık korku, ama neyin korkusu?
Düşünelim bakalım insanlar neden bir çuval una, iki kilo şeker’e veya 2 kilo makarna’ya bi-rey olmaktan çıkar. Çok açgözlü olmaktan mı? Yoksa gerçekten ihtiyaçları olduğu için mi?
“Bir yerlerde okumuştum ama şimdi hatırlamıyorum. Diyor ki “Açlık çekeni bir ekmek doyurur, açlık korkusu çekeni dünya doyuramaz” Evet aç olmak anlık bir duygudur, karnımız doyunca açlık aklımızdan çıkar.
Ancak bu açlık, birilerinin verdikleri ile gideriliyorsa ve bu art arda devam ediyorsa, sorun yokmuş gibi gözükür. Ancak düşünme yeteneği olmayan bazı yaratıklar için her ne kadar bu böyle olsa da; İnsanoğlu için bu böyle sürüp gitmez.
Çünkü insanoğlu düşünme yeteneğini devreye sokar ve bunu bana verip, karnımı doyuranlar, ya yarın yok olur veya işlerine gelmezse? Kim açlığımı giderir diye kendi kendine sorar.
İşte ana düğüm burada başlar. Onu yarın karnını doyacağına inandırmak güç olur. Çünkü verilen “somun” somut ve inandırıcıdır. “açlık” korkusu ölüm korkusu gibidir; bu duyguyu bertaraf etmek zordur. İnsanın kendini çaresiz hissetmesinden daha yıkıcı bir duygu yoktur.
Bu tür insanlar rüyalarında hep içi yemek dolu ayakkabı kutusu görürler, ama sabah uyandıklarında, onun içinde sadece soğu kuyu(lastik ayakkabı) lastiğini bulurlar. Ancak havadan bu kadar azınlığın elinde paralar uçuşurken artık onlarında gözleri açılmış olup; bize de, bize de diye haykırmaya başlarlar. Doğal olarak insan beklentilerinin, kültür, inandığı değerler ve aldığın öğreti ile yakın ilişkisi vardır.
Birincisi, ar damarı yırtılmış olanlar, halkımızın büyük bir bölümünü sadaka toplumuna iterek kendilerini ve elit takımlarını zenginlik içinde yaşata dursunlar, gün gelir ki o gün çok yakın, o zaman garibimin artık verilen, somunla yetinmez arkasından pasta ister.
İkinci tavır ise; açlığının bir bölümü bastırılanlar, bir gün bu vermenin sonunun geleceğini düşünerek, gelecek günlerini garanti altına almak için, taleplerini yükselterek tavır değişikliğine giderler.
Biz sosyal Devlet’ten yana olup; sadaka toplumuna şiddetle karşı duruş gösterenler olarak, onların geleceğini garanti altına almak adına, bu garibanların; düşünce dünyaların da yolculuk yapmak zorundayız.
Ülkemizde enflasyon rakamları, açıklanırken nedense kullanımdan kalkan emtialar dikkate alınır ve işsizlik verileri ise, matematiğin kuralları ile alay edercesine rakamlarla oynanarak tespit edilir. Böylece de halkla alay etmeyi marifet sayarlar.
Hepimizin bildiği üzere, bunları aşmanın yolu, sabit güvencesi olan bizleri dahi korkuya salarken, sadaka beklemek yerine, devletin daha sosyal ve eşit davranması gerektiği vurgusu yapılarak anlatılırsa, böylece sistemin bizlere dayattığı çaresizliğin, aşılacak alçak bir duvar olduğunu akıllara yerleştirmiş oluruz.
Sonuç olarak emek sarf ettiğimiz bu olay üzerinden, net biçimde elektriksiz evlere çamaşır makinesi verilmesinin ve bir kuru soğana muhtaç edilmesinin, insanlarla bir rey uğruna nasıl dalga geçildiğinin altı net biçimde çizilmiş olur. Böylece gereken bilinçli yurttaş ve bi-rey(i) yaratmış oluruz.
İşte o bilinçli toplumla, hem kendini yıkılmaz sananların saltanatı devrilir, hem de sosyal demokrasi kolayca hayata geçirilebilir.
Ne demişti o ünlü şairimiz (Ataol Behramoğlu) “Sesime kulak ver gülüm/ Tutsaklığa yeğdir ölüm/ Nerede varsa böyle zulüm/ Çaresi isyan olmuştur.” (ÇARE-SİZLİK, SİZSİNİZ)