10 BÖLÜM 2. KISIM
12 Eylül 1980’de, Pazar günkü yaşadıklarım.
Başçavuşun jandarma erlerine vermiş olduğu talimatıyla, okuldan ayrıldık. Mavi pereli komandolarının komutanı görmemesi için, saklanarak, derenin içinden yürüyerek eve geldim. Zaten evim okula uzak sayılmazdı, en fazla üç yüz metre kadardı. Kapıya geldikten sonra, Jandarmalar beni içeri sokmadılar. Bende eşime, kapının dışından seslendim.
Eşim neden içeri gel miyomsun? Ne acelen var ki kapıdan sesleniyorsun? Elimde işim var, ne diyeceksen gel söyle? Dedi.
Kapıya bir gel de gör, neden buradan seslendiğimi o zaman anlarsın? Dedim!
Hanım, bu sözüm üzerine dışarı çıktı ve durumu görünce şaşırıp kaldı. Ağlamaya başladı!
Şimdi ağlama zamanı değil! Söyleyeceklerimi dikkatli dinle, gidip gelmemekte var! Çocuklarımıza iyi bak. Onlar sana emanet! Hakkını helal et. Bende hakkımı helal ediyorum dedim! Gözümü gezdirdim, çocukların hiç biri yoktu. Onları göremeden, birkaç paket sigara, bir miktarda para aldım ve eşimle vedalaştıktan sonra, evimden ayrıldım!… Çocuklarımı görmeden gidişim, kafamı karma karışık etmişti! Belli ki kızım her zamanki gibi anneannesine gitmişti! Oğullarım Hakan, Erkan’da mutlaka arkadaşlarıyla beraber oyun oynuyorlar, diye düşündüm! Onları görememem bana çok ağır gelmişti!… O düşünce içinde, Jandarmaların önünde yürüyerek, caddede bulunan cemse arabasının yanına geldim. Arama tarama bitmiş olmalı ki, bütün mavi pereli askerler, arabanın etrafını çembere almışlardı. Beni, Yusuf’u ve Nayım’ı belediye minibüsüne bindirdiler. Minibüs şoförü o kadar neşeliydi ki, minibüsün radyosunu sonuna kadar açmış ve direksiyonun başında parmaklarını şaklatarak, kolları havada oynuyordu! Oynardı tabi, Sayın Bakan Bahri Dağdaş’ın olayında amacına ulaşamayanlardan biriside oydu. Meydanda toplanan köylüler, şoförün açmış olduğu müziğinin sesine ve hareketine tepki gösterdiler. Komutanlarda bu tepkiyi görünce, radyoyu kapattırdılar. O esnada olayı duyan öğrenciler den bir kısmı arabanın etrafını sardılar. Beni minibüsün içinde görüce ağlaşmaya başladılar. Öğrencilerin ağlaması, sanki benim kalbime ok gibi saplanıyordu. Bana o anda kurşun sıksalardı, bir damla kanım akmazdı. Çok üzülmüştüm ve bir oka dar da şaşkınlık içindeydim! Kendi kendime aklımdan geçirdiğim soruları soruyordum. Kimin vatansever, kimin vatan haini, kimin üçkâğıtçı, kimin hırsız, kimin yolsuz ve yalancı olduğunu dünya âlem biliyordu? Ne yazık ki hırsız ve üçkâğıtçılar, fırsattan istifade ederek, bir numaralı vatansever postuna bürünüvermişlerdi. Bu nedenle de yüzleri gülüyor ve sevinçlerinden oynaşıyorlardı! Öğrencileri teskin etmek için oturduğum koltuktan kalktığımda, jandarmanın birisi göğsümden itince, tekrar yerime oturdum. Jandarma, sen kanına mı susadın. Kalkıp aşağı inmeye çalışıyorsun. Otur oturduğun yerde, dedi.
Çaresizlik içinde, öğrencilere camdan el sallamakla yetindim. Askerler görevlerini tamamlamışlardı. Hareket emriyle yola koyulduk. Yol alıp karakola doğru giderken, ihbarcı ailenin kapısından geçiyorduk. Oda ne, kulağıma davul zurna sesinin geldiği tarafa baktığımda, gördüklerim karşısında şaşkına döndüm. İhbarcının ailesi ve adamları davul zurna eşliğinde, hep birlikte el ele tutuşarak oynuyorlardı. Bar başını da ise cumartesi Kars’tan gelen ve otobüsten indiğini gördüğüm şahıs vardı. Yol boyu geçip giderken aklıma ilk gelen sözler, onlara yakınlık duyan ve bana da onlardan haber getiren arkadaşın sözü geldi. “Bak müdürüm başın belada. Kumpasçı aile, senin hakkımda hiçte iyi şeyler düşünmüyor. Beni dinlersen, biran evvel bu okuldan çek git. Bu aile, eline geçen ilk fırsata seni yine gammazlayacaklar bilesin. Diyordu! Ben, o gün o öğretmenin bana söylediklerini hiçte dikkate almamıştım. Herhalde, müdürlükte gözü vardır diye algılamıştım. O nedenle beni tedirgin etmek istiyor, diye düşünmüştüm. Ne yazık ki söylediği doğru çıkmıştı. Yol boyu bu söz beynimde çınlamaya başladı. Şimdi kapana kıstırıldım. Bu andan sonra yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Kafamdan geçirdiğim bu düşüncelerle, Koçköy karakoluna getirildik. Üçümüzü de aynı nezarethaneye koydular. Nezarethanede kaldığımız sür içinde, ikisiyle de konuşmadım. Bir ara kendimi toparlayıp, gözaltına alınmam sebebini ve neyle suçlandığımı öğrenmek için, nöbetçiye seslendim. Komutana söyler misin, kendisiyle bir hususu konuşmak istiyorum? Jandarmaya seslenişimi duyan Hasan Başçavuş geldi.
Ne oldu Müdür Bey, dedi.
Başçavuşum, beni buraya tıktınız ama neyle suçlandığımı öğrenmek istiyorum?
Başçavuş ise, ah be hocam, keşke bilsem de senin neyle suçlandığını, söylesem. Ben nerden bileyim. Hiçbir ipucu kanıtı elimizde yok ki. Biz emir kuluyuz, gidin alın dediler, bizde onu yaptık. Bildiğim bu kadar. Kusura bakma, umarım sana zarar vermezler, deyip gitti!
Anladım ki, komutanında tek bildiği, verilen emri yerine getirmiş. Baktım ki yapacak hiçbir şey yok, sonumun ne olacağını beklemeye başladım.
DEVAM EDECEK
Mürsel ADIGÜZEL
Eğitimci Yazar ve Şair