Güneş henüz ışımaya başlarken, kuş seslerinin alarmı ile uyanıp; güne, gülümseyerek “merhaba!” diyen kaç kişi tanıyorsunuz? Ben galiba hiç! İşte böyle günlerden birine daha başlarken sırf kızım bu mutlu kalkışlara aşina olsun diye onu öpe koklaya uyandırdım. O uyanmadan önce akşamdan hazırladığım kıyafetleri ve altını değiştireceğim malzemeleri yatağının kenarına, çanta ve ayakkabılarını, kolay erişebilmek için yanıma aldım. Servis şoförünün aramasıyla çantasını sırtıma, kendi çantamı omuzuma, kızımı da kucağıma alıp, üç kat merdivenlerden inip, gülümseyen gözlerle sevgili kızımın yanaklarına öpücükler kondurarak onu öğretmenine teslim ettim.
Daha kızım iki yaşında… Ve şimdiden yuvaya gitmek için bir saat öncesinden servise biniyor.
Hatırlıyorum henüz hamileydim ve otobüste Zincirlikuyu’dan Beşiktaş’a giderken akşam trafiğinde –neredeyse tüm yolu- ayakta geçirmiştim de kadının biri hamile olduğumu farketmediği için yer vermediğini bundan dolayı üzgün olduğunu söylemişti ve yanına daha sonra oturduğum bayanla aramızda garip bir diyalog geçmişti. İstanbul gibi bir keşme keşin içine yeni bir üye daha katmış olmamdan rahatsızlık duyduğunu bir şekilde ifade ediyordu, suratı bir karış. Teşbihte hata olmaz. Allah (c.c) insanoğlunu yaratacağını meleklere bildirdiği zaman melekler, “Yeryüzünde fesat çıkartacak bir ırk mı yaratacaksınız?” şeklinde şaşkınlıklarını dile getirmişler ve alemlerin Rabbi, büyük bir kısım böyle olsa da öyle birinin geleceğini, bu kişi için tüm alemi yaratmaya değeceğini mealen meleklere söylediğini Kur’andan biliyoruz.
Yaratılış tarihinin küçük ama önemli bir ayrıntısından yola çıkarak, etrafımıza baktığımızda çeşit çeşit insanlarla hemen hergün iç içe olduğumuzu söyleyebiliriz. Kimi insanlar bize hayatı rezil ederken, kimi insanlar kolaylaştırmaya çalışır; kimi olaylar yaşamaya değer kılar dünyayı, kimisi “ölsem de kurtulsam!” dedirtiyor.
İşte yukarıda anlattığım sabah, kızımı servise bıraktıktan sonra koşar adımlarla taksiye binip, ondan inip, tıklım tıklım üç tane metrobüsün arkasından bir kova su döküp, balık istifinden hallice gelen dördüncüye bindikten sonra Anadolu yakasından Avrupa yakası istikametine seyir eden araçta gergefi aratmayacak şekilde otobüsün tutaklarına (bunların bir adı var mi bilmiyorum) asılı kalarak günlük rızkımı kazanmak üzere yolculuğuma başladım. Altunizade durağına geldiğimizde şoför mahaline yakın bir sesin sinirli sinirli şoföre söylendiğini duydum. “İki metre uzakta dursan, kimse de binmez! İnsan taşıyorsun, insan! Hayvanlar gibi doldurmayın otobüse insaları!” Şoför, onların da binmeye hakkı olduğunu söylüyordu tıpkı şu anda veryansın eden adam gibi. Adam hızını alamıyor, sürekli öfke ile konuşuyor, şoföre ne yapması gerektiğini söyleyip duruyordu. Allah’tan şoför sakin biriydi, “Benim gün içinde ne yapıp ettiğimi sen nereden bileceksin.
Bütün bu sıkıntıları iletmediğimizi. Ben senin gibi binlerce insan taşıyorum bir günde!” dedi bir ara. Sonra yaşlı bir adam “yeter kardeşim, şoförü bu kadar meşgul etmeyin, insan taşıyor” dedi. Ama bizim asabi arkadaş, “senin keyfin yerinde oturduğun yerden konuşuyorsun!” deyip onun da keskin dille ve kaba uslûbuyla azarladı. Yaşlı amca altta kalmak istemedi. İş heyecanlı bir basketbol maçına dönmek üzereydi. Bağrış, çağırışlar top olmuş, ikisi arasında havada uçuşuyordu ki benim midemden boğazıma doğru birşeyler yavaş yavaş tırmanmaya başladı. Bu, benim kendime hakim olduğum hattı artık geçtiğimin sinyaliydi, ruh dilimde. Asabi adamın sesi çatal çatal çıktığı bir anda ok yaydan çıktı: “Beyler lütfen artık! Ağız dalaşına bir son verir misiniz!” Asabi beni duymamış gibiydi: “siz hayvansınız …” derken, “tamam hepimiz hayvanız (derken yüzlerde birer gülümseme), ama hepimiz stres dolu bir güne başlamak üzere işlerimizi gidiyoruz. Kimse keyfinden dolayı bu otobüste değil! Ekstra stres de siz yüklemeyin lütfen!” dememle akabinde buz gibi bir sessizlik oldu. Herkes sustu.
Kavganın ardından gelen kısa süreli, uzun etkili bir susuştan sonra diğer insanlar “nerde kalmıştık” kabilinden sabah konuşmalarına devam ettiler. İçimden gülüyordum. Aslıma “hepimiz Ermeniyiz” sözü geldi. Ortak paydayı duyunca insanlar ya da ortak bir paydada buluşmayı kabul edince nasıl oluyordu da ortalık süt liman oluyordu? Hepimiz hayvandık, tamam bunu kabul ettik. Şimdi yolumuza devam edelim. Hepimizin insan olduğunu kabul etmek, yola huzur ve barış içinde devam etmek daha mı zor acaba?