Eski bir öğrencimin yeni sayılır açılan kafe’sinde 7 kefere oturmuş çay kahve içiyorduk. Naber zındıklar! diye lafa girdim. Gülüşmelerden sonra, bir baktım oranın çalışanı biri güneşimi kesip tepemde belirdi. Sana da merhaba, zındık! dedim. Elindeki çay kupası titredi gülmekten. Az kalsın üzerime dökülüyordu çay. Ayağımın ucuna, mermerit zemine dökülmekle yetindi çayın bir kısmı.
Masadaki herkesin yurt dışı ile ilgili en az bir ciddi durumu olmuş. Gitmek, gitmek üzere olmak, gideyazmak, gidedurmaksızın giderken geledurmak durumunda kalmak vb. Buluşulan bir ortak noktaya daha gelindi muhabbet esnasında. Engel teşkil eden şey, aile veya aile yakınları olmuş. Gerek doğrudan müdahale, gerek psikolojik baskıdan çıkamayış… fakat engeldeki esas şey, aile olmuş.
Hepimizin vardığı ortak kanaat bu oldu. Aile denen şeyi, anne baba vs.yi akıllı vb niteliklere sahip sanıyorduk. Kapkara birer cahil oldukları sonucuna vardık.
Avrupa ülkelerine, bilhassa Ukrayna’dan ve yakın çevresinden göçlerin başlamasıyla, oraya gitmek isteyen Türk veya Kürtlerin şansının daha da azaldığından bahsettik. Takılıp kaldık mı bok çukuruna yine!, dedik. Yani, vasıflı veya vasıfsız bir sürü insan akın edecek olduğu için oralara, gitmek hazırlığı yapan bizler gibi insanların şansı biraz daha azalacak, diye yorum yaptık.
…
Eve doğru yürüyordum… Gün batımını seyrediyordum yürürken. Beni rahatsız etmeyen tek şeyin arada bir tepemden uçup duran kumrular olduğunu hatırlıyordum. Gerçekten o an geçip duruyorlarken ilk defa görmüş gibi hatırlamamı ilginçseyerek…
Sorun nedir… Kendi kalbini ıraksaman. Yediğin ekmek burnundan gelebilir. İftiralar yiyebilirsin. Tek olmana rağmen; binlerce, on binlerce kötü kalpte binlerce, on binlerce kötü insan olabilirsin…
Sorun nedir… Ölüler arasında yürüyorsun. Cenneti niye isteyesin?.. Kalbin öldükten sonra.
Seni çok ıraksamış gördüm, dedi Halil.
Yanı başımda belirmişti, Halil. Yürüyordu benimle. Her zamanki şeyler işte, dedim.
7 Zındık, bir de sonra gelen zındık… Sizi dinledim, dedi Halil.
Seni görmedim, dedim. Neredeydin?.. Mekkeli müşriklerleydim, dedi.
Öyleyse nasıl dinledin, madem Mekke’deydin? Hacı hacıyı Mekke’de, hoca hocayı tekkede, deli deliyi dakkada bulur, dedi Halil.
Senin gelmen saniyeyi bulmuyor. Oh!, Demek ki deli değilim, dedim.
Bir şey demedi Halil. Tepemizden bir çift kumru geçti. Onları izledi bir süre. Seviyorsun onları, sanırım, dedi Halil.
Evet, dedim. Bir de, onları farklı bir şeye benzetirim ben. Cümlelere, kelimelere benziyorlar.
Zaten öyledir; onlar da, her şey de, dedi Halil.