Kaynakçı gözlüğü takmış karşımda belirmişti… Niye şaşırmıyorum bu Halil’e diye mırıldanırken ben, sırıttı. Seni az görüyorum… galiba yoksun sen, dedi. Gözlüğü çıkarmadan koyu camlarını yukarı kaldırdı… Dört göz gibi oldu Halil.
Bakıyorum da sen de akıyorsun metaverse alemlerine, ha Halil! dedim. Bana göre, bir şey değişmiyor. Dedi.
Değişmiyorsa niye geçmeye çalışıyorsun?.. Nedir bu gözlük, filan? dedim. Işıltı azaltıyorum, gözümü ışık almıyor böylece, dedi Halil.
Senin de bir “normalite” anlayışın var yani?.. Enteresan! Sadece gözünü değil, aklını da alır bu ışıltılar, diyorsun yani?
Olabilir, dedi Halil. Verilemeyecek ve de alınamayacak bir şeyimiz yoktur. Alırlar verirler, alırlar verirler… Bir gün de gelir, bir alırlar hiçbir şey vermezler. Zaten halilülojen bünyeye sahip olduğum için, bir değişiklik olmuyor, ama…
Dedi. Duraladı. Seni demin bir kahve dükkanında oturur gördüm. Yan masada bir ihtiyar vardı. Sanırım, konuşuyordunuz… Dedi. Halil.
Evet. Elimdeki gazeteye bakıp, okuyan adamı sevmezler, Osmanlı’dan beridir böyle, deyip lafa giriş yaptı. Ben de, evet, öyle, dedim. Sivili, muhbiri falanı filanı hiç peşimden ayrılmaz, dedim. Akıllı adamı sevmezler, dedi, ihtiyar.
Böyle, deyince… “Akıllı olmak” kelimelerine takıldım… Evet…Akıllı olabilirim… ama neden? diye düşünürken,
İhtiyar, dedi ki; buraya bir genelev lazım. Tabii, ben, okumaktan konu açılınca sohbetin daha güzelleşeceğini düşünürken bunu demesini yadırgadım.
Yok, dedim. Didim’e genelev lazım değil. Turhal olsa, Tokat olsa… zaten var öyle yerlerde… fakat burada gerek yok, dedim. Hafiften şaşırır gibi olduğunu görünce; yani, dedim her yer kaynıyor…
Aha! Dedim; şurada bir Mustafa var. Git, sana on tane ayarlasın hemen, dedim. Kim ki o? dedi. Tacizden öğretmenlikten atılan biri, dedim.
Hüseyin’i tanıyor musun? dedi. O, benim hemşerim olur, ben de Karadenizliyim, dedi. Evet, dedim. Tanıyorum. Onu da iyi tokatladılar.
Abi, dedim, bunlar çete. Kadın satma olayını çok geliştirmişler. Düğünlü dernekli kadın satıyorlar adama, sonra altı ay geçmeden, malı mülkü söğüşlenmiş adamı ortada bırakıyorlar, çökelek kurusu gibi, dedim.
İhtiyar şaşırdı. Çete mi? dedi. Evet, dedim. Fuhuş başta olmak üzere, her numara var bunlarda. Çete lideri Hatice adlı bir sarı çıyan kadın. Hatta, dedim, bana da İzmirli bir kadını ayarlamaya çalıştıydı… Allahtan, kadın beni beğenmemiş… zaten malı mülkü de yok, demiş.
Verilmiş sadakan varmış hocam, dedi, ihtiyar.
İhtiyarın gözleri çok küçüktü. Zamanla küçüldü belki, dedim. Emekli öğretmenmiş, fakat bir yağ fabrikasında bekçilik de ediyormuş, Akyeniköy’de.
Buralar böyle işte abi, dedim. Öyle, dedi.
Sonra biri daha geldi, gençten biri, dedi Halil. Evet, dedim. Torunuymuş. Göresimiş, torununu. Okul çıkışı oradan geçtiğini bildiği için oturmuş, onu gözlermiş. Okul yakın zaten. Turizm lisesi. Benim evin de karşısı.
Gözlerin, kalbin, aklın kamaştı mı ihtiyarla konuşurken? dedi Halil. Yoksa bir duruluk mu vardı ihtiyarın sözlerinde? dedi Halil.
Sadece bir şeye üzüldüm, dedim. Torunu ayakta dikelmiş onu dinlerken, çocuğun onu anlamadığını hissettim. Zaten çağ, başka şeyler getiriyor onlara. Hatta geldi.