Bugün yaşadıklarımıza baktığımda keşke doğduğumuz gibi çocuk olarak kalabilseydik, kötülükleri, yalanları, sahtelikleri, namertliği, ihaneti, yaşamazdık.
İnsanların bu kadar kötü olmalarını ve acımazsızca sevgiyi öldürdüklerini unutur giderdik, yalakalığın yanar döner dalkavuk olmanın bu kadar kazanç olarak geri döndüğünü görmezdik. Sevginin aşkın sevdanın ne kadar değerli olduğunu, insanı sevmenin anlamını bilmeyenleri tanımaz kim olduklarını görmezdik. Sanatı, eğitimi, tiyatroyu, sinemayı, dahası akıl ve bilimsel değerleri yok sayanlara hala inanlara baktığımda üzülmezdim.
” Sen uyanma sakın ben sana uyan dediğimde uyanırsın sonra tekrar derin bir uykuya dalarsın” diyeceklerini nereden bilebilirdim. Ülkemde Atatürk’ün ” Tek mirasım akıl ve bilim ” dediği değerlerin tüketildiğini, inanç saygınlığının siyasi çıkarlar uğruna yok edildiğini, cehaletin körüklendiğini, ümmet kültürünün günük hayatın içine iyice yerleştirildiğini, toplumun din afyonuyla adeta narkozlandığını, çağdaşlığın aydınlığın yok edildiğini, adını bile anmaktan korkar hale getirildiğimiz cumhuriyeti, ve onu bizlere hediye eden Atatürk sevgisini, bu sevgiyi onu sevenlerle paylaşamadığımızı çocuk olarak büyümeden kalsaydık görmezdim. Hayatından yaşamından düşüncelerini bile başkalarıyla paylaşmaktan korkan bir toplum haline gelmek. Demokrasi özgürce Atatürk ve cumhuriyeti paylaşmak demektir. İnsan hak ve özgürlüklerinin sınırsız yaşanması demektir. Ama şimdi bu değişimin neresindeyiz acaba? Siyasetin darmadağın olduğu bir anda unutulanları düşündükce karamsarlığım daha da artmakta, korkularım desem belki birileri çıkıp bana hala özgürlüklerden bahsedecek, ”sen ne diyorsun baksana özgür bir yaşam var, kimsenin yaşamsal tarzına söz etmiyorlar gelecek çok aydınlık ” Bunu son zamanlarda o kadar çok kişi söyledi ki, bakınca her biri yalakalık dalkavukluk yağdanlık kültürünü çok iyi biliyor. Bunun en acı örneklerini de de kendilerini sanatçı sananların yaptıklarında görmek mümkün. Gercek olmayan sözlere inanan uyuyan bir toplum var demiştim, bu gerçeği yok saymak mümkün değil. Aziz Nesin şimdi sağ olsaydı sanırım o yıllarda söylediklerinin ne kadar gerçeğe dönüştüğünü kendi görecekti. ” Özgür olan bir toplum daima medeniyeti yaşar” Türk toplumunun çağdaş değişim anlayışının tam da ortasında kalmaya ihtiyacı var. Ama şimdi tüm dünyaya vermesi gereken medeniyeti, ne yazık ki cumhuriyeti yok sayarak yansıtmaya çalışıyor. Batı’nın çağdaş değişim anlayışından kopartılarak Orta Doğu nun kabile demokrasisine ortak olmak tıkanan siyasette yaşananların bir kanıtı değil mi?
İNANÇ SAYGINLIĞINI YANLIŞ ANLATMAK…
Karl Marx ” Din afyondur, bir toplumu istediğin şekilde biçimlendireceksen bu afyonu kullanacaksın” demiş. İnanç saygınlığının siyasete teslim edilmesi, ve çağdaş değerlerden uzakta bir islam devletinin her geçen zaman tüm sistemin içine yerleştirimesi. Toplum din saygınlığının anlamını bilmiyor, her defasında Allah’ı seviyorum demenin değil, Allah’ın sevdiği bir kulu olabilmek önemli. İnancı din saygınlığını tüm bu değerleri sırf çıkar adına siyasete getirmek, işte bunu da sanırım Tanrı kabul etmez. Bırakın Allah la kul arasındakı bağlılık burad kalsın. Eğitimsiz bir topluma siz çağdaş değerlerin ötesinde kırsal bağnaz kültürün getirisini koymaya çalışırsanız, kalkınmış bir toplum görmeyi değil yıkılışın resmini görebilirsiniz. Bugün cahil bırakılmış bir toplum, çağdaş değerlerin kazanımlarından haberdar olamaz, sadece dini bir kurtarıcı gibi öne sürenlerin etkileşiminden kendilerini kurtaramaz. Cahil bırakılmış bir toplumun neye nasıl karar vereceğinin onlar için hiç önemi yoktur, ortaya çıkacak tablo zaten bellidir. Bugün Akıl ve bilim değerleriyle dini karşı karşıya getirip bir çatışma ortamı yaratmak asıl istenilen zaten budur. Oysa burada en çok Din saygınlığının zarar göreceğinin bile farkında değiller, bu sonu görseler bile onlar için sadece hakim oldukları sistemi yürütebilmek, ama uçurumun son noktasında olmak bile birilerinin umurunda olmayacak. Bugün 100 bine yakın cami, 28 bin kuran kursu, peki buna karşılık 3000 kütüphanenin sebepsizce kapatılmasını kim açıklayacak? Bir toplumun eğitim bilim akıl ve çağdaşlık adına bütünleşmesini sağlayamazsanız tükenmeye zemin hazırlarsınız. ”Cahil bir topluma kendi haliyle özgür bırakıp seçim hakkı verilse, hiç bir zaman özgür bir seçim yapamaz yaptığını sanar, bu okuma yazma bilmeyen birine hangi kitabı okuduğunu sormak gibidir” FRİEDRİCH NİETZSCH yıllar öncesinde bunu söylemiş, bugün benim ülkemde bu gerçeği en acı biçimde yaşıyor toplum. Gelişmiş bir ülkeyiz diyenler ne yazık ki sayısı 1200 lerde kalan kütüphanelerimizin yanında, Almanya nın 20 bine yaklaşan kütüphanelerine bakınca bunu nasıl açıklarlar acaba? Cami açılışlarına elbette inanan biri olarak asla karşı değilim, ama bunun yanında birde eğitilmiş din adamlarının olmayışı, işte bunu açıklamak mümkün değil. Dinle siyasetin içiçe yaşandığı bir ülke de, inanç saygınlığının şu anda nerede durduğuna baktığımızda, her ikisini de bir birinden ayırmak gerek doğrusu da bu olmalı. Din saygınlığına karşılık, Atatürk ve onun cumhuriyet adına kazanımlarını yok saymaya çalışmak asıl tehlike bu değil mi? Siyasetin içinden din inanç saygınlığını çıkarmak, işte inanca saygının asıl o zaman toplum özünde saygı göreceğine inanıyorum. Din topluma yanlış anlatıldığında, yada dini duyguları farklı amaçlar adına inadına körüklemeye çalışmak dine büyük zarar verecektir. İnsanların ibadet etme duygularının bu amaçla farklı biçimde şekillenmesi de, zamanla toplumun gerçekleri yaşadıkca inançlara bakışı değişecektir. Türk halkının inancına olan sadakatine baktığımızda, bunu İslam ülkeleriyle paylaşımında Türk halkının çok daha farklı bir yerde durduğunu görmek mümkün. Dileğim odur ki artık inanç saygınlığının siyasetin içinden kurtarılmış olmasını görmek. Türkiye gerçek anlamda Atatürk’ ün akıl ve bilim mirasıyla cumhuriyeti demokrasiyi çağdaş anlamda yaşamasıdır. İnsan hak ve özgürlükleri, Anayasamızın 26 maddesinde belirgin biçimde yazdığı gibi, herkesin düşüncesini özgürce paylaşması yazması anlatması konuşması özgür olabilmek budur. Şimdi gelinen nokta da yaşananlara baktıımızda acaba ne kadar özgür ve mutlu bir toplumuz bunu sorgulamak gerek. Ama her dinlediğini gördüğünü duyduğunu alkışlayan inanan, ve aksine bunu sorgulamaktan uzakta bırakılmış bir toplumla bunu nasıl başarabiliriz sorun burada. Toplum zaten kendisini yönetenleri sorgulayabilecek cesareti bulabilseydi bu gün bu naoktaya gelmezdik, bunu ancak okuyan araştıran konuşan bir toplum olarak başarabiliriz.
ATATÜRK VE 10 KASIM…
On Kasım bugün Türkiye Cumhuriyetini kurarak bize hediye eden büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü, onu her geçen gün ikinci defa ölüme mahkum edenlerin inadına daha görkemli biçimde kutlayacağız. Atatürk asla birilerinin sevmesede zaman zaman toplumsal etkileşimi görerek zorla adı söylenecek biri değil. Hiç bir amaçla onun bu ülke adına yaptıklarına bakarak tüketmeyen çalışmak tarihe vurulan en büyük darbedir. Dünyanın her yerinde her yıl kutlandığı, hala heykellerinin önünde saygıyla eğilen devlet adamlarının olduğu, dünya tarihinde adının önüne asla bir başkasının adının yazılamayacağı, ve hatta kendi yarattığı ülkede bile hiç bir kimsenin ondan sonra kendi resmini çizemeyeceği bir devrimci dir. Bu devrimin adı koca bir tarihi yaratmaktır, o devrimin adı Türkiye Cumhuriyeti ve çağdaş DEMOKRASİDİR. Heykelleri yıkılsa da, kırılsa da, karaya boyansa da, kaldırılmaya çalışılsa da, resimlerinden rahatsız olsalar da. Atatürk bir tarihin asla silinemeyecek adıdır, şimdi ondan sonra kendine başka bir tarihin adını vermeye kalkanlar bunu başaramayacaklardır. Hala unutamadığım bir anı, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey’ in Sözleri hala kulaklarımda. ” Öleceğimi biliyordum ama en çok üzüldüğüm şey yakamdan Atatürk rozetini almalarıydı, bu acı yaşayacağım acıların hepsinden daha çok dokundu” Japonya, Kore, Çin, Macaristan, ABD, Küba ve daha bir çok ülkede, onun her yıl değil sürekli yaşatıldığını görmek mümkün. Ama ne yazık ki biz kendi ülkemizde, bize asla unutulmayacak bir tarihi hediye eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, birileri tarafından onun yazdığı tarihten rahatsızlık duyanlar tarafından ikinci defa ölüme terkediyoruz. Ama her şeye rağmen ona duyulan sevgi asla bitmeyecek, Cumhuriyet dediğimizde her defasında Atatürk akıl ve bilim bize yol gösterecek. Bu duyguyla On kasım derken onun yarattığı kurduğu bir vatanın çocuğu olmaktan duyduğum huzur ve sevinci de ölene kadar yaşayacağımı biliyorum. O ölmedi hala yaşıyor ve yaşayacak diyorum. Türkiye mutlaka aydınlığı çağdaş bir ülke olmanın huzurunu yaşayacak, karanlık her yeri kaplayamayacak aydınlık buna izin vermeyecek. Tıpkı yeni doğan bir bebek gibi, adını koyduğumuz Gülümseyen bebek misali sımsıcak tertemiz duyguları sevinçleri yaşayarak.
Prof. Dr. Levent Seçer