Hayatımızda iz bırakan büyük şahsiyetlerin ölümünün ardından yazı yazmak, dünyanın en zor işi olsa gerek. Bu tarz yazıları yazarken kalemin takati kesilir, yazıcının elinden düşeyazar. Yazarken kalem sanki yazmamak için direnir. Kalemin mürekkebi çekilir. Şaşkınlık, hayret, hasret, sitem, üzüntü ve nedamet duyguları yürek teknesinde karılır.
Genç olsun, yaşlı olsun; zamanlı zamansız olsun, şair ve yazarların ölümü bana âlemin eksilmesi, gök kubbenin yıldızlarının ve yaldızlarının dökülmesi şeklinde yansır. Gözlerimiz görmediklerine, kulaklarımız duymadıklarına, dilimiz ise söylemediklerine hayıflanır.
Ardında ölmez eserler bırakan Niyazi Birinci nam-ı diğer Yavuz Bahadıroğlu’nun bir aylık zorlu yoğun bakım sürecinin ardından 21 Ocak 2021 tarihinde ebedî âleme irtihal etmesi bana büyük şair Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sonbahar” şiirindeki şu hüzünlü mısraları hatırlattı: “Fanî ömür biter, bir uzun sonbahar olur/Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.”
Yavuz Bahadıroğlu, “ben” demekten hicap duyacak kadar engin gönüllü bir insandı. O; bir vatandaş olarak bir köşede sessiz durmayı yeğlese de, yaşanan hadiseler onun meydana çıkmasını zorunlu kılmıştır. Onun tanınırlık (şöhret) diye bir derdi de yoktu. Onun şu ifadeleri bunun delilidir: “Özgeçmişler beni fazla ilgilendirmiyor. Hem ‘özgeçmiş’ nedir ki? Özgeçmiş önemsiz bir ayrıntıdır. Zaten benim kuşağın (1945 doğumluların) öz geçmişi filân da yoktur. Hatta geçmişimiz bile yoktur. İdeolojik şiirlerle, sloganlarla, ders kitaplarına tıkıştırılan yalanlarla, abartılı övünme ve şişinmelerle bizim kuşağın çocukluğunu çaldılar.”
Yavuz Bahadıroğlu, 1945 senesinin başlarında Rize’nin Pazar ilçesinin bir sahil köyü olan Hisarlı’da, denizci bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmişti. İkisi bebekken ölmüş, beş ablanın peşinden doğmuştu. Onun için de evde çok büyük kıymet ve itibar görürdü. Adına önce Recai dense de, sonradan Niyazi’de karar kılınmıştı. Çocukluğu köyde geçmişti. Köydeki eski bir evi, kendi tabiriyle adeta bir gençlik kulübüne çevirmişti. Boş vakitlerini orada yazı yazarak, resim yaparak, satranç oynayarak, arkadaşlarıyla birlikte kitap okuyarak ve okuduklarını tartışarak değerlendirirdi. Bu arada çocukluğunda bir dönem resim de yapmıştır. Osmanlıcayı öğrenince bu sefer de hattatlığa heveslenmiştir. Girişimci bir insan olan Bahadıroğlu, köydeki gençleri kötü alışkanlıklardan korumak için Fakirspor’u kurmuştur.
Çocukluğunda hafızlığa başlayan, bir buçuk sene devam ettikten sonra bırakan Bahadıroğlu, bunu hayatının en büyük pişmanlıklarından biri olarak görerek hayıflanır. Yine çocukluk yıllarında musiki meşkine başlasa da, bu işe yeterli vakit ayıramadığı için bırakır. Yine o yıllarda şiir yazmaya da merak sarar. Ömrü boyunca aralıklarla şiir yazmayı sürdürür. Şiir yazmaya ve okumaya olan ilgisi onun yazılarını olumlu olarak etkiler, zenginleştirir.
Çocukluğunda okuma aşkıyla yanıp tutuşan Bahadıroğlu, çok kere bu yaşlarda okuyacak kitap bulamamaktan yakınmıştır. Zira o yıllarda istediğiniz kitaba ulaşmanız fevkalâde zordu. Hem kitabı bulsanız da onu alacak parayı bulmak da ayrı bir dertti. Ama o, okuma konusunda fazlasıyla ısrarcıydı. Bununla ilgili şöyle bir anısını anlatır: “İlkokuldan eve dönerken bir çöp tenekesi kenarında Victor Hugo’nun Sefiller romanına ait birkaç sayfa buldum. O dönemlerde her bulduğum şeyi okuma alışkanlığımdan dolayı, kenarlara saçılmış olan sayfalar, hemen dikkatimi çekti ve okumaya başladım. Fakat elimde birkaç sayfa metin vardı ve ben daha fazlasını okumak istiyordum. Bu sebepten dolayı kasabamızdaki tek kitapçıya giderek elimdeki sayfaları gösterdim ve kitabın tamamını bana vermesini istedim. Ancak kitapçı, bu kitabın bana göre olmadığını; istersem Monte Kristo Kontu’nu verebileceğini söyledi. Fakat ben, ısrarcı davrandım. O sırada kitapçıda bulunan ve daha sonra ortaokul yıllarımda benim Türkçe öğretmenim olan Ahmet Bey ile tanıştım. Ahmet Bey, kitabı kendisinin getireceğini söyleyerek beni bu ısrarcı tutumumdan dolayı tebrik etti. Daha sonra, ertesi gün buluşmak üzere ayrıldık. Ertesi gün sabahın erken saatlerinde kitapçıya gidince Ahmet Bey’in beni beklediğini gördüm. Kitabı alır almaz kısa sürede okudum.”