Yeni doğacak güneşin yeni umutlar, yarınlar getirmesi dileğiyle iyi geceler dostlar…
Gece, düşüncelerin anasıdır…
Gece, insanların duygularını, düşüncelerini gün yüzüne çıkartan bir zaman dilimidir. Karanlık birçok şeyin üzerine örtü olarak serilirken aksi yönde duyguların bir kömür madenindeki elmas gibi parıldamasını sağlar.
*****
GECENİN BİNLERCE GÖZÜ VARDIR…
Gün yükler Güneşe tüm kirliliğini ve sen bilir misin o acıyı giderken dağların ardına.
Sabah aydınlığının nişanesine kadar hazmedemediğini ve bakar mısın sabahları Güneşin nasıl doğduğuna, gördün mü şahit oldun mu hiç. Öyle bir sancılıdır ki doğumu, acıdan gözlerinden ateşler dökülür, alevle kusar doğarken Dünyaya.
Der ki ey insan daha ne kadar ihanet ne kadar kir pas içinde yalan aşklar yükleyeceksin bana.
Ve ağlarız ağlarız çığlık çığlığa şafak vakti sancılı doğumuna Güneşin ama kâğıtlardan başka duyan yoktur kalemimizin avaz avaz çığlığını, gözyaşını, bir süre sonra zayıf bir hışırtıyla o da susar derin bir susuştur ve anlamlıdır anlayan, gitme zamanıdır artık gerekçe. Çünkü gecenin kara pelerini, herkesi aynı şekilde örter, bense yalnızlığımla.
Ve seslenir boğazındaki yutkunamadığı boğum boğum düğüme rağmen avaz avaz çıldırmış gibi yalnızlığım____
“Ey karanlık gece!..
Sancılarımın başladığı zaman neden bu kadar yakınsın bana.
Hayatımı kirlettiğin yetmez mi? Hala neden dokunuyorsun saçlarıma…
Ey aydınlığın nişanı güneş!..
Herkese doğduğun gibi neden ışığını saçmıyorsun bana da?
Sen değil misin dünyayı aydınlatan, yüreğe can veren, karanlığa boğan?
Ne üzerimi aydınlatıyorsun ne de karanlığı üzerimden çekiyorsun…
Neden acıların hep yakamda… Karanlığın üzerimde ve başımda dönüyor durmadan duman…
Umutlarım saklanmış mı?
Bulutların arkasına, pişmanlıklar yastığımın nemli yanında ve aşk neden küsmüş bana diye düşünüyordum.
Ve bunları; bilmediğimi sanıyordum.
Oysa bu gün doğum günüm…
Günlerden “YALNIZLIK” ve aylardan “AYRILIK.” Ve tarih ise “KARANLIK…”
Geçmişin neresinden tutsam hüsran, gözyaşı ve acı.
Nasıl bir hayatsa; aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık hesabı…
Bilmem farkına varır mıyım?
Mesela; uzunca yollar serilse önüme, alevler içinde yürüsem hisseder miyim?
Yandığımın…
Sıra dağlar dikilse karşıma, buzlar içinde yürüsem hisseder miyim?
Üşüdüğüm yanımı…
Aslında bunları biliyorum…
Ateşin yakmayacağını, soğukların üşütmeyeceğini…
Çocukluktan, gençliğe… Gençlikten, yaşlılığa…
Kaç kişi vardır ki ben gibi doğarken yanan, büyürken üşüyen…
Şimdi sunulanlar değil beni öldüren… Geçmişimden geleceğime yaşarken gördüğüm
Kir-pas içinde ki “AŞKLAR.” “YALANLAR” içinde…”
30 Aralık 2014, 22:02
Ömer Sabri Kurşun