Daha önce burada bir anı yazımı paylaşmıştım.
O anı yazıma yorumlar oldukça fazlaydı.
Hatta biri, inanmamış, öğretmenime iftira atıp, abarttığımı yazmıştı.
O gün ben de konunun üzerinde çok da durmamıştım. Hatta o kişiye yanıt da vermemiştim.
İster inansın, ister inanmasın. O çocukluk anılarını yaşayan bendim.
Peki, niçin konu üzerinde durmamış, geri çekilmiştim?
Eğer ki, o şahsın yorumuna yanıt vermiş olsaydım tartışma uzayıp, gidecekti.
Uzun süreli tartışmaların sonuçları malumunuzdur: Sonuçta iki kişi de incinir. Çünkü o iki kişi, tartışma lastiğinin birer uçlarını tutmuşlardır. Ne kadar çekiştirseler, o kadar gerilecektir. Lastiği bıraktıkları an her iki taraf incinecek, canları yanacaktır.
Gelelim konuya:
Daha önceki anı yazılarımda da açıklamıştım. Ben ilk, orta ve lise olmak üzere uzun süre yatılı okumuştum.
İlkokulda ki yatılı öğretmenimin beni niçin sürekli azarlayıp, yakaladığı anda dövdüğünü, hatta en ağır cezalar verdiğini, yıllar sonra bir başka öğretmenden öğrenmiştim…
Beni dövmesi, öyle böyle değildi.
İri dilimler halindeki demir döküm eski kalorifer peteklerini bilirsiniz; İlkokul öğretmenim saçlarımdan tuttuğu gibi başımı onlara vururdu. Canım öyle yanardı ki…
“Babacığım,” diye ağlardım.
İçimden” Gelsin, beni kurtarsın,” diye dualar ederdim.
“Baban öldü. O gelemez. Anan gelsin,” diye bir kez daha döverdi.
“Anneciğim,” diye ağlayışlarım, genelde revir hemşiresinin canımı iğneyle yaktığı zamanlarda olurdu…
Anneme kırgındı yüreğim.
Niçin biz üç kardeşi yatılı okula verdiğini, bir türlü anlayamazdım.
Muhterem öğretmenimin beni niçin dövdüğüne gelelim mi?
Evet…
O ilk dayak yediğim gün 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın arifesindeydi.
Mutluydum, çünkü bir yavru kurt olacaktım 23 Nisan’da. Boyum uzun olduğu için en önde Türk Bayrağını ben taşıyacaktım.
Günler öncesinden terzimiz, beden ölçülerimizi almış, provalar tamamlamış, yavrukurt tören elniselerimizi dikmişti.
Terzimizin adı Melahat’tı. Onu hiç unutmam. Nasıl unutabilirsin ki?
İyi bir kadındı. Yardımcısı ile çok konuşur, ilginç şeyler anlatırdı. Prova esnasında, konuşmaya dalınca toplu iğnelerin ucundan nasibimizi alırdık.
Neyse…
Arife günü, Muhterem öğretmen hepimizi salona toplamıştı. Masasının üzerinde bayram günü giyeceğimiz tören elniselerimiz durmaktaydı.
Ah bu nasıl heyecan içindeydik. Öğretmenimizin dudaklarına odaklanmıştı bakışlarım.
“Adlarını okuduğum öğrenciler yanıma gelsin.”
İsimler okundu. İsmim okunmamıştı. Parmağımı kaldırıp, söz aldım:
“Öğretmenim beni unuttunuz!”
Muhterem öğretmen, o dakika bana öyle bir öfkeli bakış fırlattı ki, sormayın. Sonra;
“Ah öyle miii? Sen gel bakayım buraya bir…”
Ah, güzel yüreğim, ah saf masum çocuk Okan ben, aynı heyecanla koştum yanına.
Ah o da ne?!
Kulağımın memesini öyle bir tuttu ki, o kanca gibi tırnak uçlarıyla…
Ah öyle canım yanmıştı ki, hiç sormayın!
Ardından bir şamar patlattı ki yanağıma…Yıldızlar uçuşmuştu…
Salonda çıt yok tabi…
Arkadaşlarım korkudan sus pustular!
Belli ki, sıra dayağından korkuyorlardı.
Ben o dakika ne olduğunu anlayamamıştım.
“Sen artık bir yavrukurt değilsin!” Demiş beni ötelemişti.
Her çocuk Bayramı’nda trompet sesi duysam ağlardım. Annem hafta sonları biz üç kardeşi ev izni alırdı. Ona sorduğumda, bilmediğini söylemişti.
O günden sonra hata yapmamayı öğrenmiştim. Hata yaptığım an dayağı yerdim. Kim hata yapsa, işaret edilen ben olurdum. Ceza yiyen de ben olurdum.
Eh, bu dayaklardan kurtulmanın tek çaresi çocuk kütüphanesiydi. Çoğu saatlerimi orada geçirdim.
Aynı yatılı okulda Hüseyin öğretmen benim tek koruyucumdu. Sıkıntımı, derdimi ona anlatırdım. İyi bir insandı. Onu sever, sayar, öğütlerini dinlerdim.
Ortaokulu bitirdiğim zaman Hüseyin Öğretmenime sormuştum.
“Öğretmenim, size bir şey sorabilir miyim?”
Başımı şevkat le okşadı:
“Tabi sorabilirsin kızım ”
“23 Nisan’da ben neden yavru kurt olamadım. Suçum neydi?”
Verdiği yanıt ruhumu üşütmüştü!
“Annen yüzünden. ”
Öyle şaşırmıştım ki!
“Annem ne yaptı ki öğretmenim?”
“Muhterem öğretmenle epeyi tartışmışlar kızım!”
“Neden öğretmenim?”
“Törende giyeceğin etek boyu için tartışmışlar. Annen diz altında olsun, istemiş. Muhterem öğretmen de diz üstünde durmuş. Konu uzayınca, cezası da sana kesilmiş kızım.”
O gün öğrenmiş olduğum bu gerçek karşısında; yıllarca yediğim o dayaklardan daha çok canım yanmıştı..
…
Her 23 Nisan geldiğinde içimde ukde olmuş bu acı hatıra hep aklıma gelir. Üzülürüm.
Ah ve Muhterem öğretmen ah!
Benden ne istedin?
Senden ilk dayağı yediğim gün, henüz 10 yaşındaydım.
Yaşıyor musun bilmiyorum ama, biliyor musun?
O çocukluk yıllarımdaki bana duyumsadığın öfkeni hala, hiç anlamış değilim.
Derinlerde bıraktığın izler, hala duruyor.
Ahirette senden alacağım var!
Bilesin…
Emine Pişiren