“Ha, şunu da yazayım. Ha, şu işi de bitireyim,” diyerek işlenip durmuştum.
Her çarşamba günü Gölcük’ün pazarı kurulurdu. O gün unutmuş, semt pazarına geç kalmıştım. Aklıma gelir gelmez bir koşu mutfağa gidip, dolabımı açtım. Buzdolabım tam takır kuru bakırdı..!
“Geç kaldım yaa!”
Duvardaki saate baktım 18:00’i gösteriyordu. Aslında yaz olsaydı, bu vakit geç değildi. Sadece karanlık basmıştı.
Belki muz ve domates bulurum, düşüncesiyle acele giyinip evden çıktım.
Pazara geldiğimde sevindim.
Oo, harika!
Yaşasın, her ikisini de pazarın girişinde görmüştüm. Daha öteye gitmedim, zira kamyonlar gelmiş, yolu tıkamıştı. Satıcılar da tezgahlarını toplamaktaydılar.
Domates tezgahının önünde benim gibi beklemekte olan 2 kişi daha vardı. Domatesin kg fiyatı 2 ₺ idi. Bu fiyat, marketlere ve piyasaya göre çok çok iyiydi. Hele şu kış ayazında…
Satıcının elleri mosmordu. Acıdım ona. Kim bilir sabahın kaçından beri çalışıyordu o eller? Parmak uçlarını hissetmiyordu sanki. Bunu, önlük cebinden para çıkartırken, avuç ve parmak uçlarını “oh_larken” görebiliyordum.
Sıramı beklerken adını şu an veremeyeceğim, eski bir komşum aklıma gelmişti. Eşi müebbet hapis yatmaktaydı. Üç yıldır çocuğu ile yaşam mücadelesi vermekteydi. Geçim sıkıntısı çekiyordu.
Bir akşam kahveye çağırmıştı beni. Bir kendime bir ona satın almış olduğum Türk ve 3’ü 1 arada kahvelerini poşete koyup komşuma gittim.
Kapıyı açtığında bir elinde bıçak vardı, diğer eliyse kızıla boyanmıştı.
“Hayırdır, akşam vakti kimi kesiyorsun?”
Güldü:
“O hoş geldin abla. Gir içeri. Pazardan uygun domates almıştım da, salça yapacağım. Sen sıkılmazsan salona geç otur. Benim de az işim kaldı, şimdi gelirim abla.”
“Yok, ben de sana yardım edeyim. Sıkılmam canım. Al bunlar senin. ”
Mahcup bir gülüş uzattı gözlerime.
“Abla, her seferinde böyle yapıyorsun. Ne zahmet ettin?”
“Yok canım, ne zahmeti? Abla kardeş payı…Bir sanaa, bir de banaa..”
“Sağ ol ablam, benim.”
Mutfak tezgahı domatesten geçilmiyordu. Üç leğen vardı. Biri yıkadığı domateslerle doluydu. İkinci leğen domates kabuklarıyla, üçüncüsü ise soyup doğradığı domatesleri koymaktaydı.
Titiz biriydi.
Ona yardımım olsun, diyerekten ikinci leğeni aldım, tam çöpe atacaktım ki, sesiyle durdurdu beni!
“Sakın ha! Onları atmayacağım abla!”
Şaşırmıştım!
” Aa, neden ki? Ayol çöp bunlar!”
Gözlerini kaçırdı gözlerimden.
” Annem istediydi de…”
Elimdeki leğeni tekrardan tezgah üstüne koyarken;
” Annen mi? Ne yapacak ki, bu domates kabuklarını?”
” Salça yapacak abla!”
…
Anılarımdan satıcının sesiyle ayrıldım.Satıcı bana sesleniyordu.
” Abla sana kaç kg vereyim?”
” 2 kg kahvaltılık. 1 kg da yemeklik rica edeyim.”
“Peki abla.”
…
Eve doğru yürürken, aklım hala domates kabuklarındaydı. Acaba salçası nasıl oluyordu?
Kimi yollara döküyor, kimi çöplere, kimileri de 1 gram salça için, kilolarca domates kabuklarını sıyırıyor..!
Ah, yoksulluk ah!
Gözün gönlün çıksın e mii!..
Emine Pişiren/ Kocaeli