Şiddetin, öldürme sendromunun dini-imanı olmadı gibi statü ve cinsiyeti de yoktur. Bir kere öldürme meşrulaşmış ise ve “öldürdüklerinizin sayısı ile acısı ne kadar çok ise o kadar karlıyız” anlayışındaysanız öldürürken hiçbir ayırım yapmazsınız.
Geçen gün İstanbul Halkalı’da bir askeri servis aracına yapılan terör saldırısında genç kızımız Buse hayata veda etti. Buse bir genç kız, üniversiteye hazırlanan, gelecek hayalleri olan bir kızımız. Elbette ki ne araçta bulunan ve ne de hiçbir insanın şartlar ne olur ise olsun öldürülmesini doğru bulmuyoruz. Ama Buse hiç ölmemeli ve öldürülmemeliydi. O bir genç, o bir kız, o ömrünün en zararsız çağını yaşıyordu. Yüreğimiz kan ağlıyor, ciğerimiz pare pere. Bir can daha asla öldürülmemesi gerekirken öldürüldü. Tıpkı Lice’li Ceylan’ımız gibi.
Ceylan da genç kız olma yolundayken öldürülmüştü; koyun otlatırken. Nasıl oldu, neden olduyu tam olarak bilmeden. Ceylan yüreğimizi yakmıştı. İnsanlığımızdan utanmıştık. Yerin dibine girmiştik. Yerin dibine girdiğimizde Serap kızımız teröristler tarafından otobüse atılan bir molotof kokteylle yanarak can vermişti. Suçu otobüse binmek, suçu Türkiye’de yaşamak… Acılarımız üst üste gelmişti, yüreğimizin isyanını bastırmaya çalışıyorduk, olmadı. İzin vermediler. Savaş, kan, gözyaşı tek geçim kaynakları olanlar izin vermediler. Rahat ve huzur bize göre değilmiş.
Buse neden vuruldu?
Serap neden yandı?
Ceylan neden avlandı? Bu sorulara dünyanın bütün düşünürleri bir araya gelip süresiz tartışsalar vicdanıma makul bir cevap bulamazlar.
Buse dünyanın en masum insanı, Serap hakeza ve Ceylan en günahsız bir çocuktu. Bizler farklı saiklerle aynı acıyı yaşamadığımız için bu haldeyiz.
Evet, ısrarla söylüyorum;
Bizler aynı acıyı hissetmedik; Buse, Serap ve Ceylan bu ülkenin vatandaşları çocukları. Onlara eşit olarak acımızı ortaya dökemedik. Ceylan ve Serap öldürülünce tepkimiz yeterli olmuş olsaydı bugün Buse’miz hayatta olacaktı. Bugün bu sendroma “dur!” diyebilecektik. Ama inanın çok geç kaldık. Çocukların, gençlerin ölümleri de bizde kategorize; “Ceylan Kürt çocuğu o halde es geçebiliriz, Serap PKK’lı teröristler tarafından yakıldı o halde vaveylayı koparalım” anlayışı çare olmuyor. Çocuklar bizim çocuklarımız, kızlar bizim…
Biz nasıl ayırım yapabiliriz? Nasıl farklı değerlendirebiliriz?
Dedim ya biz öldürülmeleri kategorize ettik? Vuran ve vurulana göre acımızı ortaya döktük. Oysa çocuk çocuktu, genç de genç. Üstelik masum insanlar.
Ne zaman ki acımız bir, neşemiz bir olduysa o zaman bu kan içicilere karşı “dur” sözümüz anlamlı ve çözüme destek olur.
Gelin ses verelim;
Kim olursa olsun bizden can almaya kalkışırsa karşısında duralım. Kim olursa olsun öldürülürse aynı acıyı dile getirelim.
O zaman yüreğimizin yangını dile gelince yankı bulur ve hiçbir silahlı güç bunun önünde duramaz. Hiçbir güç öldürmeyi bu kadar rahat düşünüp gerçekleştiremez. Yeter ki biz karşı dururken ayırım yapmayalım. Buse’mize, Serap’ımıza ve Ceylan’ımıza kast edenleri ayırmayalım. Yoksa 26 yıl daha kan içinde geçecek.
Dayanabilene aşk olsun.
Buselere, Seraplara ve Ceylanlara kıymayalım.