Güçlü kuvvetli iki genç adam Anadolu’nun doğu illerinden gelip Diyarbakır’ın ücra bir köyünde görev yapmak için merkezden hareket ediyorlar. Yolun yürüyerek tamamlayacakları bölümü sadece on kilometre. İlçedekiler hava şartlarının çok kötü olduğunu söyleyip oraya ulaşamayacaklarını belirtseler bile, dinlemiyorlar. Bu iki genç öğretmen sabah onda çıktıkları yolu akşam olmadan tamamlayacaklarını hesaplıyorlar.
Gençlik öylesine bir özgüven ki, (Dünyayı değiştirebilecek güçteyken) zor hava şartları mı bizi alt edecek düşüncesindeler.
Yola çıktıktan kısa bir süre sonra tipi bastırıyor. Saniyeler içinde kaybolan ayak izlerini bile bulamaz oluyorlar. Yön algısını yitiriyorlar. Bir dolap beygiri gibi aynı yerde dönüp durduklarını birkaç saatlik süre kaybından sonra fark ediyorlar.
İçlerinden biri gördükleri bir dere yatağına güveniyor. Diyor ki “bu dereyi takip edersek bizi mutlaka bir yerleşime veya sığınacak bir yere ulaştırır.”
Dere boyu ilerlerken derinliğini bilmedikleri sudan geçmeleri gerekiyor. İçlerinden üzerinde kalın giysisi olmayan sudan geçerken dengesini kaybedip düşüyor. Öğretmenlerden kuru olan üzerindeki kalın paltoyu ıslanana sarıyor. Ancak suya düşen, uyumak istediğini, kendisini bırakmasını söylüyor. O anlarda kuru ve aklı başında olan, (insan üstü bir güçle) direnen arkadaşını taşımaya çalışıyor, adeta sürüklüyor. Birkaç kilometre amansız mücadele sürüyor. Havanın yavaş yavaş kararması aklı başındaki yorgun öğretmenin umutlarını da söndürüyor.
O anda beklenmedik bir şey oluyor. İki karaltı doğa üstü bir güç gibi kendilerine doğru yaklaşıyor. Karşı karşıya geldiklerinde durum anlaşılıyor. Gelenler sadece evlerine ulaşmaya çalışan iki köylü…
Durumu anlatıyor. Ancak evlerine bir an önce ulaşma düşüncesinde olan köylüler yardım etmek istemiyorlar. Bizim, arkadaşını sürüklemekten perişan hale gelmiş öğretmenimiz, “ya bana yardım edersiniz ya da buradan hiç birimiz sağ çıkmayız” diye boyundan büyük bir tehdit savuruyor. Söyledikleri işe yarıyor. Artık tamamen kendini kaybetmiş öğretmeni birlikte taşıyorlar. Karanlık, soğuk, bir de yabani hayvanların korkusu işlemişken damarlarına, cılız bir ışık görünüyor uzaktan. O küçücük ışık ayaklarına güç veriyor.
Bir çoban çadırı olduğunu yaklaşınca anlıyorlar. Gelen davetsiz misafirleri bir imtihandaymışçasına titizlikle,şevkle ağırlıyor çadır sakinleri. Önce karla ovarak hayata döndürüyorlar genç öğretmeni. Diğerleri de sonunda rahat bir soluk alıyor. Çoban çadırı ertesi sabah uyanıyor kendini kaybeden öğretmen. Suya düştüğü andan itibaren de hiçbir şey hatırlamadığı ortaya çıkıyor böylece…
Aradan sadece bir yıl geçtikten sonra beş kilometre kadar arkadaşını taşıyıp hayatta kalmasını sağlayan öğretmen binlerce kez pişman oluyor. Öylesine pişman oluyor ki onun tüm hatalarına ortak sayıyor kendini, söndürdüğü canda payı olduğunu düşünüp, sonsuza dek kendini suçluyor…