Geçen akşam tv’in birinde, o meşhur yeşil gözlü Afgan kızının fotoğrafını çeken Steve McCurry “İkiz Kulelerin yanarken çektiğim fotoğrafların negatiflerini dolabıma sakladım. Tam beş yıl onlara bakmadım.”
Deyince,
Sunucu neden? Diye sordu.
“Çünkü o anları tekrar yaşamaktan korktum” Cevabını verdi fotoğrafçı.
Hâlbuki kendisi Afganistan’da yıllarca kalıp, savaş mahallinde ve sefillikle boğuşan Afgan halkının binlerce fotoğrafını çekip en kısa zamanda dünyaya duyurmak için ajansına göndermiş.
O fotoğrafları çekerken etkilenmedin mi? Sorusuna da “eğer etkilenirsem mesleğimi yapamam” yanıtı oldu.
Atalar buna çok güzel mesel vermişler “ateş düştüğü yeri yakar.” Bunun ötesinde kayıtsızlığa da bir mesel uydurmuşlar(!) “Beni sokmayan yılan bin yaşasın.” Zira yılan ona görselinden öte bir şey ifade etmiyor çünkü.
Hazır mesellerden başlamışken bir mesel de ben uyduracağım ama yukarıdakilerle alakalı değil “kayıtsızlıkla fukaralık doğru orantılıdır.” Bunun içerisinde duygu fukaralığı da var.
Bu sözümü muamma bulanlara bir cümle ile izah edeyim;
“Bir ülkede kayıtsızlık ne kadar artarsa fukaralık da o derece çoğalır.”
Hâlbuki toplumsal yaşam, değerler ve kurallar manzumesidir. Bir toplumun ortak kabul ettiği değerler ve kurallar ne kadar sağlamsa toplum o derece huzur ve refah içerisindedir.
…Ve elbette toplumsal duyarlılık önce kişisel duyarlılıktan geçer.
Duyarlı olabilmek için cesaretten çok sağlam değerler manzumesi olmalı ve iman edilmelidir.
Burada içi boş ideolojilerden bahsetmiyorum.
Hele,
“Filanca ağamın yolunda ölürüm…” Cinsinden yalancı pehlivanlıklardan hiç bahsetmiyorum. Ağa mı marabayı kullanıyor yoksa maraba mı Ağayı?
Bu konumuz değil. Lakin “her ikisi de birbirlerinden sebepleniyorlar” diyelim geçelim.
Toplumun iman ettiği ortak değerler manzumesi – ki burada ne ideolojileri ne de inançları kastediyorum- yoksa toplum rüzgâr ne taraftan eserse oraya savrulur.
Burada rüzgârı estirecek alt sınıflar değildir elbette. Rüzgâr dümenin başında olanların emrindedir.
Zaten böyle bir toplum emenin başında olanlar için bulunmaz nimettir. Rüzgârı isteği yönde estirmez mi?
Yani toplum iktidarın insafına, merhametine kalır. Bu ahval içerisinde mesele kanun değil zihniyet meselesidir. Ortak değerler manzumesini tarumar etmiş bir toplumun iktidar olma zihniyetinin iyi niyet olacağını düşünmek saflık olur. Varış yöntemleri de ona göredir.
Haliyle,
Yöntem meşru olmayınca varılacak hedef de onun için gayri meşru olur.
Hak, hukuk, adalet, ahlak da gayri meşru yolda kullanılan argümanlar haline gelir.
Netice itibarı ile…
Bir gün bakmışız ki “bütün gayri meşru yollar usul haline gelmiştir.”
Bu konuda usulsüzlüğü yapanlar sadece iktidar sahipleri değildir. Bunun içinde muhalefette kalanlar da yanlış usuldedir. Çünkü aynı ligin farklı takımlarıdırlar.
Zira…
İktidar yolunda seçtikleri usullerin her zaman su götürür tarafları vardır.
Mesela,
İktidar olunca dürüstlük vaat eden partiler kendi has mekânlarında nasıl davranışlar sergiliyorlar?
Yine mesela,
İktidarın zihniyetini eleştiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu tabletler konusunda “iktidar benim başarımı takip ediyor” diyor.
Öyle ya,
“Başta bensem her şey benimle mümkün… Öyle de yaparım böyle de…”
İyi de (diyelim ki) sana mutlak güç versek kim bilir nelere kadir olursun!
Ondan ötesi,
Toplum için yapılan her şey lütuf olur.
Benim asıl korkum,
Onların adaletsizlik vs. yapmaları değil; Kendilerini makamın sahibi zannetmeleridir.
Hâlbuki…
Kimse, hiçbir zümre ya da kesimin bu imkânlardan ila nihayet faydalanmaları mümkün değildir. Hem güçleri yetmez ve hem de rahat bırakılmazlar.
İşin özü “derviş mesellerini” atalarımız boşuna uydurmamışlardır.
Kısaca, kör dövüşü sürüp gider. İşin en tehlikeli tarafı bu ortamda gücü elinde bulunduranların da, ele geçirmek isteyenlerin de “dostları, yardımseverleri (!)” çok olacaktır.
Makamı ele geçirmek için olmadık dalavereler yapmak, dostlara, yandaşlara başvurmak adi vakalar haline gelmişse ve bu toplum tarafından normal bulunmasa bile, kanıksanmışsa çığırından çıkmış ahvalin düzeltilmesi Allah’a havale. Bu durum düşman işgalinden de kötü…
Hal bu hale gelmişse – ki bence geldi- muhalefette iken ya da vatandaş olarak dibe vurduğumuzda “yandım anam türküsü çığırmak” beyhudedir.
Yoksa… El adamı “ekmeği yok yemeye, bilmem kaç bin liralık telefon var cebinde” der.